Hegel HD30 dinletilerimde en merak ettiğim konu olan DSD performansı olduğu için ilk olarak bu konuya odaklanmaya karar verdim. Tüm denemelerimde olduğu gibi JPlay yazılımını kullandım ve farklı platformlardan aldığım DSD dosyalarını kullandım. Çeşitli incelemelerde yazdığım gibi her ne kadar DSD arşivleme konusundan istifa etmiş olsam da, günümüzün DAC’larını en uç noktalarda deneyebilmek için en uygun medya olduğunu da söylemek lazım. İlk adımda medyaya özel bir bütçe ayırmak istemeyen okuyucularımız DSD File veya 2L gibi web sitelerinden farklı çözünürlüklerdeki dosyaları indirerek denemeler yapabilirler. Bu sayede farklı çözünürlüklerde medyayı karşılıklı olarak kıyaslamak mümkün. Oliver Nelson- The Blues and the Abstract Thruth albümünü ile başlıyorum. Albüm elimde bir çok formatta bulunuyor. Bu yüzden kıyaslama için güzel bir seçenek. Albümde Oliver Nelson’a gerçek anlamda bir yıldızlar topluluğu eşlik ediyor; Paul Chambers, Bill Evans, Eric Dolphy, Roy Haynes ve Freddie Hubbard. İlk baktığım şey tonlar, özellikle de üflemeliler. Gayet keskin notalar ve detay seviyesi gayet başarılı. Albümün hemen her şarkısında arka planda Bill Evans ve Paul Chambers şarkıları oya gibi işlemişler. Ancak öylesine usul usul notalar basıyorlar ki, zaman zaman kaybolup gidebiliyor. Ancak burada durum farklı gayet güzel odaklanabilmeniz mümkün. Stereo Mecmuası’nda geçmişten bugüne bir çok DSD destekli DAC denemiş olmama rağmen bu denli etkileyici bir sunuma sadece iki cihaz ile ulaşabilmiştim. Bunlardan bir tanesi Hegel HD30 oldu.
Farklı albümler ve müzik tarzlarındaki denemelerime göre üst sınıf çözünürlüklü medya açısından şunu söylemek isterim ki, Hegel tasarımcıları HD30’da çok iyi bir denge kurmayı başarmışlar. Detay seviyesi gerçekten çok etkileyici ancak laboratuvar sesinden de eser yok. Dijital kaynak cihazlarda özellikle de DAC’larda çözünürlüğü ön plana çıkartarak son derece ruhsuz ses elde edilen örneklerin yanında tüm enstrümanların hemen her frekans aralığında başarılı şekilde sunulması, tonların özellikle piyano, vokal gibi nokta atışı alanlarda bu denli iyi olması özlediğimiz bir şey. HD30 kesinlikle çok başarılı.
Kaliteli DSD medyasına ulaşmak kolay değil, çeşitlilik hala çok az ve dosya boyutları gibi sebepler yüzünden tüm arşivinizi bu formatta tutabilmek neredeyse imkansız. Bu durumda alışageldiğimiz formatlar ve 24bit/192Khz çözünürlük ve aşağısı daha yaygın bir kullanıma sahip. Bu noktada Hegel HD30’u kullanabilmek için 2 farklı seçeneğiniz var. Birincisi dosyalarınızı network üzerinden göndermek ikincisi ise USB bağlantısı ile bilgisayarınızı kullanmak. Burada kullanım kolaylığı anlamında network, ses kalitesi anlamında USB’den bağlantı benim tespitlerime göre öne çıkıyor. Ancak USB bağlantı üzerinden ses kalitesini arttırmak için bir dizi optimizasyon ve yazılım kullanmak gerektiğini de söylemek isterim. Ayrıca iyi bir USB kablosu da masraf hanesine yazılıyor. Ben kendime en kolay çözüm olarak 99 Euro’luk fiyat etiketiyle JPlay yazılımını seçmiştim. Ancak hiç para harcamadan özellikle Foobar üzerinde biraz mesai harcayarak çok iyi performans gösteren bir yazılım sahibi olabilirsiniz. Tüm bu uğraşmanın üzerine bilgisayarınızı DAC’a bağlamak network performansına göre çok büyük bir fark atıyor diyemem, bir miktar daha iyi.
İlk odaklandığım tarz klasik müzik. Kendi hazırladığım medya dosyaları üzerinden denemelerime başlıyorum. Arkasından daha yüksek çözünürlüklü örneklere yöneliyorum. Mesela Claire Huangci’nin The Sleeping Beauty albümüne bakabiliriz. Albümün CD’si ve plağının yanında ayrıca tüm önemli stream servislerinde bulunabiliyor. Albümün kaydı son derece başarılı. Ayrıca Çin kökenli Amerikalı piyanist son derece şiirsel bir performansa imza atmış. Geçmişte özellikle plaklara karşı ezilen bir çok dijital kaynağın aksine bu alandaki gelişmeler sayesinde kıyaslanabilir ve zaman zaman insanın kafasını karıştırabilen performanslar duyabiliyoruz. Dikkatli şekilde kıyaslamalı dinletilerim sonucunda aynı zaman aralıklarında detay anlamında pikap sistemim ile benzer şeyler duyduğumu söyleyebilirim. Tonlarda da duyduklarım beni oldukça mutlu etti. Çok zarif şekilde icra edilen “Dance of the Girls with Lilies” bölümünde zerafeti bozacak hiçbir sorun duymuyorum. Bu çok önemli, solo piyano performansları sistemleri değerlendirmek için çok önemli bir kriter. Ayrıca arka plan sessizliği bu tarz minimal albümlerde bir tehdit olarak her zaman önemli bir kriter. HD30 bu alandaki belki de en sessiz arkaplana sahip olan DAC’lardan bir tanesi olabilir ve alkışı hak ediyor. Yazının başında bahsettiğim farklı güç katları ile beslemenin faydası kesinlikle ortaya çıkıyor.
Arka plan sessizliği Mississippi John Hurt’un efsanevi “Today!” gibi albümlerde de önem kazanıyor. Tek bir gitar ve vokal. Blues sevenlerin gönlünde taht kurabilecek bir albüm olan “Today!” yumuşak tonları harika melodileri ile tek bir ayrıntısını kaçırmak istemeyeceğiniz türden bir albümdür. Gitar tonları son derece başarılı, vokallerde öyle. “Talking Casey” gibi şarkılardaki slide gitar bölümlerinin uzayıp gitmesi, vokalin odayı doldurması anlamında HD30 başarılı bir tablo çiziyor.
Daha büyük orkestralarda başarılı sunum ve detay seviyesi dikkat çekiyor . İyi kayıtlarda detay seviyesi gerçekten baş döndürücü hale gelebiliyor. Alt frekanslar daha doğrusu alt frekans çözünürlüğü de önemli ve altı çizilmesi gereken bir nokta. Giriş ve orta segmentteki cihazlarda çok göremediğimiz alt frekans detay seviyesi örneğin çello gibi enstrümanlar müziğin içerisine girdiği zaman aldığınız hazzı kesinlikle arttıran bir konu. Tabii ki sisteminizin bir bütün olarak bu duruma hazır olması gerekli ki, kaynağınızdan gelen sinyal hoparlörleriniz vasıtası ile duyulabilir olsun. Bu konuda HD30 gerçekten çok çok başarılı.
Alt frekansların bu denli başarılı olması, rock müzik dinleyicilerini hemde en uç noktalarda rock türevleri dinleyenleri çok mutlu edecektir. Kendi içinde kendine özgü detayların dinleyicileri tarafından dikkatli kulaklarla dinlendiği ekstrem müzik türlerinde bile gerek müziğin dinamizmine, gerekse de hırçınlığına çok iyi adapte oluyor HD30. Tabii ki medyanın kalitesi arttıkça HD30’un performansı daha da artıyor. Ancak elimdeki oldukça eski bazı MP3 dosyalarında bile keyifli sonuçlar elde ettiğimi söyleyebilirim. Dijital dünyası neredeyse her sene kendisini biraz daha geliştirmeyi başarıyor.
Sodom’un 1989 tarihli “Agent Orange” albümü. “Ausgebombt” şarkısının daha ilk notaları neler olduğunu duyabilmek için yeterli.İlerleyen yıllarda marş haline gelen şarkının bas riff’leri ile birlikte davulları herhangi bir dağılma olmadan gayet keyifli şekilde sunuluyor. Hazır bu albümü dinlemeye başlayınca efsanevi “Agent Orange”ı dinlemeden olmaz. Şarkının girizgahından sonra yıldırım hızındaki davullarda sistemin dağılıp dağılmadığını dikkatle dinliyorum. Dağılmadığı gibi dinamizm çok başarılı.
Eskilerden bir albüme bakalım. Emerson, Lake & Palmer’dan 1971 tarihli Tarkus. Albümün remaster versiyonları son dönemlerde müzik severlere farklı formatlarda sunuldu. Hatta “deluxe” edisyonlarda Steven Wilson tarafından yeniden miksajı yapılmış halde dinleyebilirsiniz. Tarkus hakkında yazılıp çizilecek gerçekten çok şey var, ancak biz ilk şarkıya bakalım. Albüm Keith Emerson’ın org bölümleri ile atmosferik şekilde açılıyor. Tüm dinleme odamızı dolduran bu girizgahın arkasından Greg Lake’in baslarını ve davul bölümlerini dinliyoruz. Arkasından tekrar orglar ve sintizayzırlar geri geliyor ve adım adım yükseliyoruz. Bu bölümlerde gonglar, ziller havalarda uçuşurken, altta bas riff’leri odaklandığım noktalar. Gitgide hırçınlaşan bölümlerin ardından yavaşlama ve vokaller… Tek bir şarkı içerisinden onlarca şarkı çıkartabileceğiniz bir zenginlik. Bu zenginlik, her açıdan dikkate değer. Öncelikle genel atmosfer son derece başarılı. Üst frekanslarda delice bir detay seviyesi var. Farklı zillerin, farklı şekilde uzaması, sert stroke’lar hafif dokunuşlar. Herşey biraz ötenizde çalınıyor gibi. Alt frekanslarda son derece doyurucu.
Network üzerinden neler yapabiliyoruz şimdi buna kısaca bir bakış atalım. Aslında bir çok bilgiyi ilk paragrafta vermiştim. Senaryomuz şu, evde ağa bağlı bir bilgisayar üzerindeki medya dosyalarını DAC’ımız vasıtası ile çalacağız. Medyalar farklı bir odadaki bilgisayarınızda bile olabilir. Bu durum müzik sisteminin sağında solunda bir bilgisayar olmasından hoşlanmayan okuyucularımızın hoşuna gidecektir. Elinizdeki tablete veya telefona ek bir yazılım kurarak müziğinizi de kontrol edebilirsiniz. Android tarafında bu alandaki en popüler yazılım sizlere daha önce bir makalemizde bahsettiğim BubbleUPnP yazılımı olabilir.
Minik bilgisayarlar veya tabletlerde yoğun olarak kullandığımız ve sizlere ayrıntılı ayarlarını yine bir makale ile anlatmaya çalıştığımız TeamViewer yazılımından bir süre uzak durmakta fayda var. Bir süre önce hacklendiğine dair ciddi şüpheler var, şuradaki Ars Technica makalesine bir göz atabilirsiniz.
Network üzerinden bir çok albüm çaldım. Yukarıda USB performansından çok farklı olmayan tatmin edici sonuçlara ulaştım. Mesela muhteşem bir albüm olan Jack DeJohnette’in Made In Chicago‘suna bakalım. Leave Don’t Go Away şarkısına bakmak yeterli. Larry Gray’in kontrbas riff’leri ile açılan parça, Jack DeJohnette’in incelikli davul dokunuşları ve arkasından üflemeliler ile devam ediyor. Yine piyano işin içerisinde. Kayıt bir ECM kaydı ve başarılı. İlk baktığım şey atmosfer ve tonlar oluyor. Hegel HD30’un en sevdiğim yanlarından bir tanesi olan kayıttan kayda, albümden albüme değişen performansı. Kötü kayıtları parlatmaya çalışmak, belirli bir frekans aralığını ön plana çıkartmak kesinlikle yok. Yerine göre dinamizm, yerine göre sıcacık orta frekanslar ön plana çıkıyor.
En önemlisi sisteminizin performansını alıp bambaşka yerlere götürebiliyor. Stereo Mecmuası’nın ilk günlerinden beri hatta hifi dünyasına ilk adım attığımdan bu yana hep yazdığım çizdiğim bir şey var, kaynak konusu. İyi bir kaynak, iyi bir sistemi bambaşka noktalara taşıyabilir. Tabii ki, iyi bir kaynağı kötü bir sisteme ekleyip muhteşem bir sonuç alabilmek mümkün değil. Ancak özenilmiş bir sistemi, bambaşka noktalara taşıyabiliyor kaynak cihazlar.
Network denemelerime devam ederken şimdi asıl eğlenceli alana bir bakış atalım istiyorum. Bu konuyu özellikle en sona bıraktım. Çeşitli internet akış servislerinden müzik dinlemek.
Son yıllarda Deezer, Spotify derken daha yüksek çözünürlükleri destekleyen Tidal’da ülkemizde kullanıma açıldı. Servisler bunlarla bitmiyor, Apple müzik ülkemizde kullanılabilir, Google Müzik keza aynı şekilde. Son senelerdeki bir çok yazımda bir çok üst segment cihaza eklenmiş apt-X destekli Bluetooth bağlantıları ile bu servisleri kullanmaktan ve neredeyse sınırı olmayan müzik okyanuslarında özgürce gezinmenin güzelliklerinden bahsediyorum. Yine yakın zamandaki gelişmelere bakarsak bir çok üretici Bluetooth olayını kısıtlamalarından dolayı kenara bırakarak ağ üzerinden stream olayını desteklemeye başladı. Hegel tasarımcıları bu noktada bize birkaç seçenek sunmuşlar. Arzu ederseniz USB üzerinden bağladığınız bilgisayarınızdan, ister Android telefonunuzdan DLNA üzerinden yukarıda bahsettiğim BubbleUPnP tarzı bir yazılım aracılığı ile isterseniz de Apple cihazlarınızdan AirPlay özelliği ile bu bahsettiğim servisleri kullanabilirsiniz. Timpani firmasının sahibi Adnan Bey ile görüşmelerimizde Tidal konusundaki deneyimlerini benimle paylaşınca bende bu konuyu denemeye karar verdim. Hatta yaptıkları bazı denemeleri ve sonuçlarını bir bülten ile meraklılar ile de paylaşmıştı.
Bende üşenmeyip bir MacBook -ki zorunluluktan kullanmak zorundayım aslında sevmiyorum- kendi bilgisayarım ve iPad kullanarak Tidal ile denemeler yaptım. Aynı albümü Tidal ve kendi kopyalarımdan çaldığımda gerçekten AirPlay üzerinden aldığınız sesin bir miktar daha iyi olduğu durumlar ile karşılaştım. Herşeyi bir kenara bırakın ses bir tık kötü bile olsa AirPlay müthiş bir kullanım kolaylığı sunuyor. İnanın bu kullanım kolaylığı için 1.000TL civarında hatta ikinci el olarak 400-500TL’ye bir iPad’i satın almayı düşünebilirsiniz. Tablet olarak harika cihazlar olmaları da yanınıza kar kalır.
Tüm bu denemeler sırasında karşımıza çıkan bir gerçeği de tüm çıplaklığı ile konuşmamız lazım. 16bit/44,100kHz yani CD çözünürlüğü söz konusu olunca stream servisleri ve kullandığımız DAC’lar CD çalarlarımızın amiyane tabiri ile pabucunu dama atmış durumda. Bugün hifi dünyasına yeni girecek bir kişinin eğer bir CD arşivi yok ise bir sürü para harcayıp albüm satın alması ses kalitesi noktasında mantıklı değil. Tabii ki üst sınıf transport veya DAC’lara ulaşabiliyorsanız neden olmasın ancak onu bile sorgulamakta fayda var. Binlerce CD’ye sahip bir adam olarak CD çalarımı kısa bir süre için HD30’a bağlayıp denedim ancak stream servislerindeki durumu bildiğim için denemelerimi uzatmadım. Aylık 20TL civarında bir ödeme karşılığında haydi diyelim ki abartıp 50TL karşılığında, ki bu tutar neredeyse tek bir CD fiyatı, ülkemizden ulaşılabilir tüm müzik servislerine üye olup keyifle müzik dinleyebilirsiniz. Hatta para verip satın almaktan çekineceğiniz tonlarca albümü keşfedebilirsiniz. Acı ama gerçek bu… Hegel HD30 bu gerçekliği bir kez daha tüm çıplaklığı ile yüzüme vurdu.
Bundan uzun seneler önce Turkeyforum’daki tartışmalarda CD’lerin öleceğini, plakların yaşamaya devam edeceğini ilk yazanlardan bir tanesiydim. Evet dijital tarafta bilgisayardan müzik dinleme konusunun gelişeceğini hepimiz biliyorduk ancak son 3-4 senedeki gelişmeleri o dönemlerde hayal etmemiz mümkün bile değildi. Gelinen durumda müzik endüstrisi de değişmek zorunda kaldı. Tam anlamı ile konjonktür değişti. Stereo Mecmuası’nın ilk dönemlerinde hatta 3-4 yıl bilgisayardan müzik dinleme işlerinden hep uzak durdum. Ancak bugün gelinen durumda benim sistemlerimde bile DAC’lar var. Gerek kullanım kolaylıkları gerekse de ses kalitesinde ulaşılan nokta ile bu durum şaşırtıcı değil!
Artık işin maliyet kısmını konuşmamızın zamanı geldi. Hegel HD30 yaklaşık 4.300 Euro karşılığı Haziran 2016 itibarı ile KDV dahil 16.000TL’lik bir fiyat etiketine sahip. Yüksek bir tutar ancak HD30’da Norveçli firma, geliştirdikleri tüm yeni teknolojileri en yeni yongasetleri ile birleştirerek orta segment ile üst sınıf arasında kendi referans ürününü geliştirerek meraklılara sunmuş. Ortada iddialı bir ürün var.
HD30 satın alacak daha doğrusu alabilecek meraklılar için bana sorarsanız yakın gelecekte arkalarına dönüp bakmadan kullanabilecekleri, ses kalitesi ve doğal tonları ile iddiaların içini dolduran bir DAC olmuş. Belki bir çoğumuz için bahsettiğim tutarlar asla öden(e)meyecek fiyat etiketleri olabilir ancak bu tarz cihazlar yakın geleceğin dijital dünyasının ne yöne doğru gideceğini ve nasıl sesler beklememiz gerektiğini gösterecek ipuçlarını bize gösteriyor. Satın alamayacak olsanız bile Timpani’ye bir uğrayıp kulak kabartmak mümkün! Uzun lafın kısası Hegel HD30, ona ulaşabilenler için kendi fiyat segmentindeki en iddialı cihazlardan bir tanesi. Bu iddiasını da ses kalitesi ile sonuna kadar hak ediyor bana sorarsanız.
En güncel teknolojiyi kullanmak büyük bir marifet ancak onu rahat kullanılabilir hale getirmek bana sorarsanız daha büyük bir marifet. Bu noktada HD30 network bağlantısı sayesinde evinizdeki cihazlardan müzik çalabildiği gibi,cep telefonu ve tablet gibi cihazları da işin içerisine dahil ederek kullanım kolaylığını bir adım öteye taşıyor. AirPlay veya ağ üzerinden akış yani stream servislerine erişim, asıl önemlisi elde edilen ses kalitesinin başarısı sayesinde müzik dinleme alışkanlıklarınızı bile değiştirebilecek bir cihaz olmuş Hegel HD30.
Hegel HD30
DAC çözünürlüğü: Çift mono 32 bit/192 kHz çok katmanlı sigma-delta DAC Line çıkışı: 2.6 VRMS Dijital girişler: 1 koaksiyal, 3 optik, 1 USB, 1 ethernet, 1 BNC, 1 AES/EBU Analog çıkışlar: 1 sabit line seviyesi (RCA), 1 sabit line seviyesi (Balanced XLR) Distorsiyon: Tipik olarak 0.0005% Frekans aralığı: 0 Hz – 50 kHz Gürültü tabanı: Tipik olarak -150 dB Güç besleme: Analog ve Dijital devreler için ayrı toroid trafolar ve 54,000 uF kapasitörler Çıkış empenadsı: 22 ohms unbalanced and 44 ohms balanced Kontrol girişi: 1 IR-direct mini-jack Ebet/ağırlık: 8cm (10cm ayakla) x 43cm x 31cm (YxExD), 6,5 Kg
Fiyat: 16.012,08 TL Haziran 2016 itibarı ile (KDV Dahil) / online satın almak için tıklayınız
Temsilci: Timpani / www.timpani.com.tr
Bir yorum ekleyin