Hi-Fi’nin Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 6

Beşinci Bölüme Ulaşmak İçin Tıklayınız

 

Hifi’nin Ufak bir tarihçesi yazı dizimiz hemen hemen Stereo Mecmuası’nın ilk sayısından beri devam etmekte. Geçmiş bölümleri dergimizin eski sayılarında ve/veya web sitemizde bulabilirsiniz.

Lynn Olson’un yazılarından aslına olabildiğince sadık kalmaya çalışarak tercüme edilmiştir. Kendisine buradan bir kez daha teşekkürlerimizle –Thank you Lynn-

-Nereden geliyorum?
-Nereye gidiyorum?
-Ben kimim?

Antik çağdan kalma olan bu sorular hala bizi terk etmiş değiller. Ufak değişikliklerle bu soruları müziksever, odyofil, hobici veya usta mühendis’in ilgisini çekecek şekle dönüştürülebilir.

-Ses röprodüksiyon (sesi tekrar canlandırma) sanatı nereden geliyor?
-Bu sanat nereye gidiyor?
-Ben bu sanattan neler bekliyorum?

KEF’in B110 hoparlörü

Bu 70’li yıllarda sıkça kullanılmaya başlanan “sistem modelleme” yaklaşımı zamanla sürücü dizayn aşamalarında da kullanılmaya başlandı. Örneğin BBC, birbirleriyle tamamı ile eşit verilere sahip olabilecek çift sürücülerin yapılabilmesini sağlayacak ve dolayısıyla sürekli ve tekrarlanabilir verilere sahip olabilecek monitör hoparlörler için sürücü materyeli araştırmasına girmişti. Ağaç ürünlerinden elde edilen ve asetat plastikten türetilen Bextrene, ilk olarak KEF’in B110 sürücüsünde kullanıldı ve bu sürücü ile halen günümüzde efsane olarak anılan ve bir BBC dizaynı olan LS 3/5a kompakt monitörü üretildi. (Audionics’te çalıştığım günlerde BBC’ye müracaat edip, lisanslı olarak LS 3/5a’yı üretmek istediğimizi bildirmiştik. 10 ay kadar uzun süren bir İngiliz sessizliğinden sonra aldığımız cevap “siz bu işi unutun” türündendi. Audionics eğer başka üreticiler gibi gemisini yürütmeyi bilseydi, biz de ikinci sınıf bir kopyasını üretip, kendi muhteşem ve orijinal dizaynımızmış gibi tanıtımını yapar ve yeterince reklam ile dergilerde çalışanlarla iyi ilişkiler sonucu ilk olarak bizim başardığımıza herkesi ikna edebilirdik!)

Rogers LS 3/5a

70’lerin sonuna doğru, yine BBC, polipropilen sürücüler üzerine ciddi çalışmalar yapıp çok başarılı modellere imza attı. Polipropilen’in avantajları başka materyellere ihtiyaç duymaması, daha yüksek hassasiyet/verim ve daha düzgün bir frekans eğrisi vermesidir. Halen çözümünü bulamadığım farklı çalışmalarla bu BBC patentleri hiçe sayıldı ve 3 yıl gibi bir zaman zarfında herkes (ve kardeşleri) polipropilenden imal edilen sürücüler üretmeye başladı. Bugün çok sıradan sayılabilecek hızlı tüketime yönelik çok katlı müzik setlerinde bile polipropilen sürücüler kullanılıyor. Bundan şunu çıkartabiliyorum: Demek ki polipropilen sürücülerin maliyeti kağıt bazlı olanlarından daha ucuz. Ancak BBC bir olayın arkasında hassasiyetle duruyordu. Bu polipropilen sürücülerinin çapı 8 inç’ten daha büyük olmamalıydı. Nitekim LS3/5’in varisi olan son BBC monitörü de Dynaudio’nun 5.5 inçlik polipropilen sürücüsünü kullanıyor. Ben de onlarla hemfikirim. Bu çap polipropilenden en iyi verimi alabileceğiniz ölçüdür. Elektroniklere geçelim, 60’ların sonu ile 70’lerin başlarında üretilen elektroniklerin büyük çoğunluğu sıkça patlamalara maruz kalır, sesleri de bayağı kötüydü. Tabii ki kastettiğimiz zamanla klasik olarak kabul edilmiş modeller değil de aslında hiç üretilmemesi gerekip direkt olarak çöpü boylaması gereken cihazlardı.

70’li yılların başlarında mühendisler bir sürü problemle cebelleşiyorlardı: gerçek hoparlörlerin dirençleri karşısında amplifikatörlerin yeterli faz aralığını koruması, Nyquist’in geri beslemedeki denge kriterleri, çıkış ve sürücü katlarında Safe Operating Area (güvenli çalışma Alanı) sınırlarında kalabilme, ve bunun gibi bir sürü ufak tefek şey… Audionics’in ilk amplisi PZ-3 bu anlattıklarımızla tam tamına örtüşür: yüklü bir geribesleme, çok düşük THD (Toplam Harmonik Distorsiyon) ölçümleri (% 0.03, anlaşıldı mı?) Ölçümleri gayet de başarılı idi. Ancak gerçek hayatta pek de sağlam değildi. Sürücü transistörleri nedense kısa devre olmayı çok seviyorlardı, bias dirençleri de duman üretmeyi, hatta soğutma ızgaralarından alev püskürtmeyi de deniyorlardı…

Ürettiğimizden fazlasının tamire geri geldiği günleri anımsıyorum. Bazı amplilerimizin baskılı devreleri tanınmaz konumdaydı. Dış kasaları bile çıkan alevlerden hasar görüyordu. Baskılı devreleri değiştirir, dış kasalarını tekrardan boyar ve yeni diye tekrar piyasaya sürülürlerdi… PZ-3 Audionics’e büyük paralar kazandıran bir cihaz olmadığını söylemeye pek gerek yok sanırım. Tek tesellimiz, rakip firmaların ürettiği yüksek wattlı amplilerin bizimkilerinden daha sağlam olmadıklarıydı. (evet rakip firmaların ürünlerini kendi atölyemizde test ederdik)

70’lerin ortalarında piyasaya, TIM (Slewing) distorsiyonu keşfiyle Matti Otala çıktı. 1 numaralı mühendisimiz (PZ-3’ü dizayn eden yaşlı muhafazakar tasarımcımız) Otala’nın AES bültenlerinde yayınlanan ilk çalışmalarını tamamıyla saçma olarak nitelendiriyordu. (Aslında çok daha kaba tabirler kullanıyordu) Daha genç olan 2 numaralı mühendisimiz Matti Otala’nın yazılarını ciddiyetle okuyup anlamaya çalışmış, geleneksel düşünce ve uygulama metotlarını bir kenara itip daha yenilikçi bir yaklaşımla sorunları çözmeye yönelmişti.

Geri beslemeyi ciddi bir şekilde düşürüp (geri besleme 40-50 dB’den 20 dB’ye geriledi) olabilecek en lineer tamamlayıcı-simetrik topolojileri kullanarak (the most linear complementary- symmetry topology) distorsiyonu %0.1’lere kadar çıkardı. Slew rate ve güç bant aralığı (power bandwidth )faktör 10’dan 50’ye katlandı. Ancak en iyisi artık cihazı bozamıyorduk… Hoparlör simülasyon cihazımı bağladığımda bile bozulmuyordu…

Audionics CC-2 şeması (resim: Nutshell Hifi)

1976’da Audionics ABD’de satılan ilk düşük TIM (Low TIM) amplifikatörü olan CC-2’yi piyasaya sürdü. Hem PZ-3’ten çok daha iyi bir sesi vardı hem de arıza yüzdesi % 1’in epey altındaydı. Hem ses iyileşmesinin hem arıza yapmamasının altında 200 kHz’lik bir güç bant aralığı (power bandwidth), ve 60 derecenin çok üstünde olan faz aralığı (phase margin) yatıyordu. Bu iki veri de o yıllarda pek rastlanılamayan değerlerdi. Günümüzde artık eskimiş olan CC-2’mi pek kullanmıyorum ama halen hiç fena olmayan transistörlü ampliler sınıfına koyabilirim. Artık tüm transistörlü amplifikatörler de CC-2’nin temel dizayn prensiplerini kullanıyorlar. Matti Otala’nın çalışmaları katıhal ampli tasarımcıları üzerinde o kadar büyük bir etkisi oldu ki neredeyse tüm High-End mühendisleri ondan esinlenmeye başladılar… Üstelik yüksek bir slew rate’in ve tatminkar bir faz aralığının beraberinde getirdikleri daha iyi bir güvenilirliği tartışmanın pek gereği yok sanıyorum. Herkes güvenilirliği sever. (Gerçi bazı yazılım firmalarını ayrı tutmak gerekir ama o da konumuzun dışında…)

70’lerin ortasında High-End piyasası büyümekle meş-gulken Harry Pearson’un “The Abso!ute Sound” isimli dergisi ilk adımlarını attı. HP’nin yaklaşımı Holt’un-kinden daha sübjektif olmakla beraber, Holt’tan daha farklı ve alışılagelmişin dışında olan ürünlere yer veriyordu. HP’nin yazılarını, benim ilgimi pek çekmeyen ürünler hakkında oldukları için (Dahlquist DQ-10, büyük Infinity panelleri, sıklıkla yenilenen Magneplanar ve Audio Research ürünleri gibi) pek sıklıkla takip etmiyordum.

Ancak kişisel görüşlerimi bir kenara atıp, HP’nin ilk çıkan CD’lerin sesinin gerçekten kötü olduklarını bas bas bağıran ilklerden olması ve lambalı elektroniklerin tekrardan canlandırılması için gösterdiği gayretlerini de takdirle karşılamalıyım. Özellikle de Stereophile yeni sahiplerine satıldığında HP kolaylıkla yok olabilecek çok önemli bir devamlılık ve kararlılık gösterdi. Bugünlerde yayınlanan Stereophile dergisi bildiğimiz eski dergiye ne stil ne de içerik olarak benzememektedir. Sivri dili, esprili anlatımı ve alışılagelmiş kurallara karşı gelmesi tamamıyla ortadan kaybolmuştur.

Çeviri: B.M

Hi-Fi’nın Ufak Bir Tarihçesi yazı dizimizin önceki bölümlerine ulaşmak için aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz

Hi-Fi’nin Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 5
Hi-Fi’nin Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 4
Hi-Fi’nin Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 3
Hi-Fi’nın Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 2
Hi-Fi’nın Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 1