Nostalji: Müzik Setleri Bölüm 2

O dönemlerde acayip müzik sistemleri ve deck cihazlar satan mağazalarda ortalıkta gözükmeye başlamıştı. Veya ben görmeye başladım. Bir gencin sahip olabileceği şeyler değildi ancak böyle de bir dünya varmış diyebiliyorduk. Bazı arkadaşlarımızın evlerinde, babalarının böyle cihazları vardı. Gizli gizli kurcalama olayı tabii ki zevkliydi ve aslına bakarsanız hifi dünyası ile ilk temaslar farkında olmadan başlamıştı. Aklımda kalan şey Nakamichi teypler, Grundig Fine Arts tasarım harikası deck’lerdi. Kocaman nazar boncuğu kılıklı logosuyla o dönemin Cambridge Audio ürünleri derken yepyeni bir dünyayı keşfetmeye başlamıştım.  90’ların ortalarında o dünyaya, yurtdışına gidip gelen hısım akraba sayesinde adım atacaktım… Tabii ki en büyük şok ise dünyadaki en iyi pikapları Dual zannederken, daha neler neler olduğunu görmek idi…

Tüm bunlar olurken o dönem herkesi heyecanlandıran ancak daha sonra bildiğimiz müzik dünyasını kökünden değiştirecek bir teknolojiden bahsedilmeye başlandı;  MP3. Evlerimizdeki bilgisayarlar için CD-ROM ve CD-RW cihazlarının ayak sesleri duyulmaya başlandı. İlk dönemlerde tüm bunlar çok pahalıydı ancak adım adım herkesin ulaşabileceği düzeye indiler. Ben çok şanslıydım çünkü kuzenimin devasa bir bilgisayar mağazası vardı ve istediğim herşeyi alıp deneyebiliyordum. Bugün bilgisayar dünyasında kendi çapımda yaptığım işlerin hepsinin başlangıcı o mağaza olmuştur. Bir üniversite öğrencisi olarak aynı zamanda çalışıyordum ve ciddi para kazanıyordum. 90’ların sonunda Riva 128’ler arasından “Diamond Monster I” ve hemen arkasından 2 tane “Monster II” derken bilgisayar delisi olmuştum ben. TNT ve arkasından ilk GeForce 256’lar. Çift işlemcili Abit anakartlar derken olayın içerisine öyle bir girdim ki, 20 senedir çıkmak nasip olmadı. Ben yaştakiler beni çok iyi anlayacaklardır. Ancak müzik dinlemek konusundaki şevk hiç azalmamıştı. Hatta bilgisayarlar yine “ay-yu-ikis” girişlerinden bilgisayarlara bağlanır ve coşku arttıkça artardı. İlk Unreal oyunun seslerinin müzik setime bağladığımda oldukça ürkütücü olduğunu hatırlıyorum. Bir yandan da düşmüş uzay gemisinden çıkıp gökyüzüne bakmak, rüzgar ve şelalenin sesleri…

Aslında ilk önceleri CD’den CD’ye kayıt konusunda uğraşılıyordu. Ben dahil bir çok insanda bir tane CD-Rom ek olarak bir de CD-RW bulunuyordu. Sonradan tek bir tanesi yeterli hale geldi tabi… Ancak asıl olay MP3 idi. Bir anda bomba gibi patladı. O dönemin berbat internet bağlantıları yüzünden seyyar tezgahlarda MP3 CD’leri satılırdı. Mesela Jethro Tull MP3 CD’leri iki taneydi. Albümler anca sığmıştı. Kaset, CD veya plak formatında tüm bu albümlere sahip olmak zaten imkansızdı ben yaşlardaki bir insan için. Seyyar tezgahtan iki tane CD alıp tüm albümlere bir anda sahip olmak sanırım hepimizi şımartmıştı biraz. Albüm kapakları CD’lerin klasörlerine atılmış durumda olurdu. Yavaş yavaş müzik çalarlarda albüm kapakları filan gösterilmeye başlandı. Bambaşka bir döneme giriyorduk. Winamp en iyi dostumuzdu. O dönemlerde müziğe para vermeden sahip olmak çok cazip gelmişti hiç yalan söylemeyeceğim.

Ancak alışkanlıklar hızla değişiyordu ve tüm bunlar pek hayra alamet olmayacak gibiydi. İnsanların dinledikleri şarkının kimin olduğunu bile bilmedikleri, albüm kapaklarını hiç görmedikleri garip bir döneme girdik. CD’ler ve kasetler tozlu raflara kaldırılıyordu. Plakların zaten yüzüne bakan yoktu ve en önemlisi evlerimizdeki müzik setleri yine dantellerin altına girmeye başladılar. Eskiden yüz tane plağım var derken artık herkeste harddisklerinin elverdiği ölçülerde bazen binlerce albümümüz vardı. Bir çoğu asla dinlenmemişti insanlar ancak garip bir arşivcilik paranoyası başlamıştı. MP3 çalar denilen taşınabilir cihazlar popüler oldu. Hatta dönemin absürd anti-teknolojisi olan VCD’ler MP3 çalar hale gelmişti. Zaman “ay-yu-ikis” girişlerine bu cihazları takmak zamanı idi. 2000’lerde perakende sektörüne adım atmıştım ve VCD’ler havalarda uçuşuyordu. Sunny, Trident, Yumatu hatta numunelik olsa da büyük markaların VCD çalarları raflarda boy gösteriyordu…

Bu dönemlerde daha müzik setleri ölmemişti. Hatta bol bol kampanya yaptığımızı hatırlıyorum ve göreceli iyi adetlerde satılırdı. Bu yıllarda o ilk gençliğimden beri hayalini kurduğum Technics müzik sistemine de sahiptim artık. Deck cihazlarımı pek seviyordum. Bayram çocuğu gibi bıraksalar başucumda uyurdum. Arçelik bayisi Mehmet amcanın dükkanında müzik setleri azalmıştı ancak yeni çılgınlığımız alışveriş merkezlerinde havalarda uçuşmaya devam ediyordu. Ancak son yaklaşıyordu.

Benim gözlemlerime göre ev sineması sistemleri ve DVD’ler ucuzlayınca müzik setleri yerine bunlar popüler hale geldiler. Satıcıların o dönem ki argümanı bunu alın hem müzik dinlersiniz hemde film seyredersiniz idi. Formül tutmuştu ve tek cihaz ile herşeyi yapabilmek cazip gelmişti insanlara. Hoş bu koskocaman bir yalandı. Bende bu argümanı kullanarak az mal satmadım yani. Kendim ise Sony marka bir ev sineması sistemi edinmiştim ve dönemin üst modellerinden bir tanesiydi, meşhur Pascal’lar… Müzik dinlemek falan mümkün değildi. Zaten heves edip aldığım Matrix DVD’sinden başım şişince kutusuna kalktı ve seneler boyunca hiç kullanılmadı. Artık raflarda müzik setlerinin payı azalmaya başlamış ve ev sineması sistemleri eksikliği gideriyordu. Hatta artık ev sineması sistemleri yeni evlenen çiftlerin çeyiz listesine girmişti. Albüm satışları düşerken DVD satışları artıyordu. Ama yine de albümler satılıyordu. 2000’lerin ilk yılları böyle geçecekti..

MP3’lerden bahsederken taşınabilir müzik çalarlardan da bahsetmiştim. Aslında sonun başlangıcı bana sorarsanız bu cihazların popülerleşmesi ile geldi. İlk nesil MP3 çalarlar açık konuşmak gerekirse kalas gibiydi, kullanışsızdı ve şarjları pek vaatkar değildi. Aslında Walkman efsanesinin başında da benzer bir tablo söz konusuydu. Ancak işler hızla değişmeye başladı. Sonra bir gün battı batacak denilen Apple bir cihaz ile yeniden gündeme oturdu; iPod. Aslında iPod’u tek başına düşünmek yanlış olur, asıl önemli olan bunu dijital müzik satışı yapan bir elektronik mağaza ile desteklemişlerdi. Müzik endüstrisi MP3 yüzünden inim inim inlerken kimse MP3 satmayı düşünmemişti. Aman efendim başarılı olur mu olmaz mı derken battı batacak denilen Apple para basar hale geldi. Koca müzik endüstrisi ise bilançoların açıklandığı çeyreklerde muhtemelen kafasını duvarlara vurmakla meşguldü.

Mp3 çalarlar hızla gelişti. Ancak sektörün lideri artık Apple idi. Taşınabilir müzik furyasını başlatan Sony ve diğerleri pazardan umutsuzca pay almaya çalıştılar ama nafile. Bu dönemlerde dock modası ortaya çıktı ve müzik setlerinin yerine geçmeye başladılar. Sevin veya sevmeyin B&W firması Zeppelin ile 2006’da bu akımın popüler olmasında en önemli rolü üstlenmişti. Sektörün diğer büyükleri de aynı yoldan gitmek için yola koyuldular. Sözüm ona yüksek sadakati kendisine amaç edinmiş firmalar CD’den bile kötü ve aslına bakarsanız sıkıntılı bir doğumun bebeği MP3’ten hifi sesi elde etmek için varlarını yoklarını ortaya koyuyorlardı. Ses kalitesi filan kimsenin umurunda değildi. Kullanım kolaylığı herkesi cezbetmişti. Biraz da tasarımlar!

Ondan sonrasını zaten biliyorsunuz…. Stream servisleri, internet radyoları ve daha fazlası….

Stereo Mecmuası’nda bizler dışarıdan binlerce Dolarlık ekipmanlar ile uğraşan, bir tık iyileşme için gerektiğinde binlerce Lirayı kablolara gömen garip bir topluluk gibi görülüyoruz. Sizlere kendi hikayemi anlattım. Tamam kabul sonradan lambalar, pikaplar derken biraz sapıtmış olabilirim ancak tüm bu deliliğin altında aslına bakarsanız müzik var. Ve asıl önemlisi müziği paylaşmak var.

Müzik setlerinin ölmesi asıl neyi öldürdü biliyor musunuz? Müziğin getirdiği sosyalleşmeyi ve paylaşmayı. Müzik seti dediğiniz şey, salonda ebebeynleriniz müzik çaldığında sizin odanızda ona kulak kabartmanız için bir araçtır. Ve o melodiler büyüyüp eşşek kadar adam olduğunuzda bile hala kulaklarınızda yankılanır. Ailecek veya arkadaşlarınızla oturduğunuzda arka planda çalan müzik sohbetinizin renklendiren bir tınıdır. Ortamı güzelleştirir ve yeni şeylere yelken açmanızı sağlar. Ben hayatımda hiç Türk Sanat Musikisi albümü satın aldığımı hatırlamam ama bir çok eseri bilirim. Ya rahmetli anneannem dinlerken kulak misafiri olmuşumdur veya gittiğim meyhanelerde dinlemişimdir. Arabesk denilen müzik konusundaki doktoramı askerlik zamanı ise yaptım.  Hayatımda tek bir Azer Bülbül kaseti almadım ama rahmetlinin tüm albümlerini ezbere bilirim. Sanırım herkes benzer şeyleri yaşamıştır. Hatta annem aradan geçen 20 yıl sonra muhtemelen Burzum albümü duyarsa onu hatırlayacaktır, çünkü yan odada ben dinliyordum :)

Şöyle bir düşünün eskiden güzel bir albüm bulduğunuzda bir kasete çekip arkadaşınıza götürür birlikte dinlerdik. Şimdi ise ne yapıyoruz Spotify linkini Whatsapp’tan gönderiyoruz… Yani sanırım :)

Müzik setleri insanları ne kadar sosyalleştiriyorsa, bugünlerin müzik dinleme alışkanlıkları insanları o denli yalnızlaştırıyor ne yazık ki. Bugünlerde herkesin kafasında bir kulaklık, ellerimizde birer telefon, kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz. Bir apartmana girdiğinizde ve merdivenleri yayan çıktığınızda her katın önünde duyabildiğiniz tek şey televizyondan gelen gürültüler. Bir melodi kırıntısı veya bir nota duymak mümkün değil.

Olan oldu biten bitti. Bir dönem kapandı. Artık bizler büyüdük ve çocuklarımız oldu…

İmkanlar ölçüsünde bir müzik seti almak, aktif bir hoparlör sistemi kurmak hatta giriş seviyesi bir müzik sistemi kurmak  zannedildiği kadar pahalı değil. Belki artık köşebaşındaki Arçelik bayii amca müzik seti satmıyor. Hoş zincir mağazalar yüzünden mahallelerde beyaz eşya bayiisi de kalmadı ya aslına bakarsanız neyse artık. Ama bir şekilde her keseye uygun bir seçenek bulmak mümkün. Evlerinizde televizyonlarınızı en azından bir saatliğine kapatıp müzik dinlemeye başlayın. Müzik setleri öldüğünde asıl ölen şey müzik eşliğinde bir şeyler konuşmak, sohbet etmek ve paylaşmak idi. O çağın ne kadar keyifli olduğunu evinizde bir şeyler tıngırdatmaya başladığınızda göreceksiniz…

HakanCez

İlk Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız