Bu albümün büyük hayranıyım ve ilk baskı plağını edinmek benim için bol bol gözyaşı ve kana mal oldu. Albümdeki tüm isimler neredeyse hemen her enstrümanı çalabildiklerinden müzisyen listesi o kadar uzun ki. Bu albümde ayrıca İngiliz/ Alman avant-garde pop grubu olan Slapp Happy’nin ekibi de katkıda bulunmuş. Klavye Anthony Moore, gitar Peter Blegvadve vokallerde Dagmar Krause. Tabii bunlara ek olarak soprano saksafonda Geoff Leigh, trompette Mongezi Feza – trumpet ve osilatörde Phil Becque albüme destek vermiş. Albüm kapağında John Grierson’un bir sözü var, albümü kesinlikle çok iyi açıklıyor; “Sanat bir ayna değildir, sanat bir çekiçtir” Albümün daha ilk şarkısı olan War’da çekici kafanızın ortasına yemeniz mümkün. Dagmar Krause ile Peter Blegvad düetinin hemen arkasından olanlar oluyor. “Living in the Heart of the Beast” ise topluluğun en önemli şarkılarından bir tanesi. Bol politik içerik ve taşın havalarda uçuştuğu “Beautiful as the Moon – Terrible as an Army with Banners” diğer dikkat edilmesi gereken şarkılardan. Albüm zaten mükemmel ve Ikeda 9TT ile ulaşılan ayrıntı seviyesi inanılmaz. Albüm kapağında yazdığı gibi kafama çekiçler yememe sebep oluyor. Ne anlatabilirim size bilmiyorum. Ton müthiş. Çok detaylı, sahne muazzam. İğnenin kendisine özgü bir tadı var. Anlatabilmek çok çok zor. Baslar, tizler özellikle de Dagmar Krause’nin vokalleri ne oluyoruz dedirten türden. Bu plağı kendi sistemimde defalarca dinledim ama böyle bir dinleme hiç olmamıştı.
Gece yeni başlıyor ve hem büyük zorluklarla kendi tedarik ettiğim hemde çok sevdiğim bir dostumun bana hediye ettiği Recommended Records plakları özenle saklandıkları yerlerden çıkıyor. 1970’lerin en uçuk toplulukları gece boyunca önümden geçiyor. Neredeyse her plağı yeniden keşfediyorum. Sahne katman katman her yerden detay fışkırıyor. İnsan nereye dikkat edeceğini bilmiyor. Bu tadı sistemimde en son Koetsu Rosewood Signature bağlı iken almıştım. Vay be seneler geçmiş o günden bugüne.
Arkasından Magma’nın Üdü Wüdü plağını koyuyorum platoya. Magma’nın müziğinin alt yapısı çok gariptir. Magma dolayısıyla Christian Vander, sanal bir evren tasarlamaya başlıyor. Örneğin Lovecraft veya Tolkien gibi. Tabii ki Vander’in yaklaşımı ne Tolien kadar edebi, ne de Lovecrat gibi karmaşık. Hoş tabii ki, Magma yolundan giden sanal evreni son derece genişlettiler bu da bir gerçek. Vander’in fantazyalarının temelinde, Kobaïa gezegeni var. Gezegenleri yok olan halkın diğer dünyalara yolculukları müziğin temelini oluşturuyor. Tabi Kobaïa’lılar dünyaya yola çıktıklarında insanlarla ve kendi aralarında sorunlar yaşıyorlar ve bu hikayeye giriş 1970 yılında yayınlanan Magma albümünde anlatılıyor. Bu albüm daha sonra Kobaïa olarak yeniden basıldı. Vander, bu hikayeyi daha ilgi çekici kılmak için Kobaïan (Kobaïa’ca diyelim) adında bir dil yaratıyor. Büyük ölçüde Almanca ve Slav dillerinden örnek alınarak ortaya çıkan dilde, müzikal bakış açısından bazı yapı değişiklikleri de yapılmış. Şu an itibarı ile bu dili kullanarak müzik yapan topluluklarında katkıları ile bir dil olmak aşamalarında büyük adımlar atılmış. Mantık, kelime kelime anlatmak yerine Japonca gibi dillerde olduğu gibi belli kelime -hatta heceler- ile bir duygu hali veya düşüncenin anlatılması esasına dayanıyor. Oturup Kobaïa’ca üzerinde araştırmalar yapan delilerde yok değil. Magma’nın müziğinde vokal bölümlerindeki birinci etki Carl Orff. Özellikle 1973 yılı albümleri “Mekanïk Destruktïw Kommandöh”de kullanılan vokal tarzı ile Magma’nın ilerleyen albümlerindeki vokal sistemi oturtulur. Orff haricinde “Béla Bartók” ve “Igor Stravinsky” etkilerinden söz etmek mümkün. Ancak asıl etkilenme caz müziğinin önemli ismi John Coltrane’dir. Hatta bazı albümlerde ona atıflara da rastlamak mümkündür. Plağın “B” yüzünü kaplayan “De Futura” şarkısında ben artık testi filan bir kenara bırakıyorum. Baslar yumruk gibi mideme inerken ben kendimi kaybediyorum, sol omuzumun üzerinde Baphomet, sağ omuzum üzerinde melekler.
Birkaç caz albümünden bahsedeyim sizlere. Billie Holiday’in “Lady In Satin” albümü hemen her caz severin müzik arşivinde vardır. Lady in Satin, 1958 yılında Colombia plak şirketinden yayınlanıyor. Albümün hem mono hemde stereo versiyonu aynı anda yayınlanıyor. Albüm caz tarihine adını altın harflerle kazımış bir albüm. Albümde Holiday’in performansı kadar orkestranın da performansı ışıl ışıl parlıyor. Albümde Mel Davis, Urbie Green ve J.J. Johnson gibi isimler var ki, soloların bir çoğu unutulmaz. Albüm biter bitmez aklıma “Lady Sings The Blues” albümü geliyor ve hemen raftan pikabın platosuna geçiyor. Albüm Holiday’in Clef Records etiketiyle yayınlanan son albümü 1954 ila 1956 yılları arasındaki performanslarından oluşuyor albüm. Albümde öyle bir şarkı var ki, “Strange Fruits” Holiday’in sesiyle insanın ruhuna işliyor. Mutlaka caz severler bu şarkıyı biliyorlardır. Ancak ben hikayesinden bahsetmek istiyorum. Bu şarkı ne için yazıldığını bilmemizi gerektiren bir şarkı.
Şiir bir öğretmen olan Abel Meeropol tarafından kaleme alınmış. Şiir Amerikan ırkçılığından özellikle de Afrikalı Amerikalılara uygulanan ırkçılık ve şiddetten bahsediyor. Bildiğiniz üzere Amerika’nın güney eyaletlerinde bu durum çok yaygındı ve günümüzde de ayak izlerine rastlamak mümkün(müş) Aşağıda çevirisini yayınladığım şiir ağaca asılan bedenleri betimliyor. Billie Holiday’i sesi ile insanın içini buran bir hale geliyor her notada. Duygu dolu her saniyesi. Aşağıda şiirin çevirisi yapmaya çalıştım. Yabancı dil bilmeyen okuyucularımız şiiri okuduktan sonra plağı dinlediklerinde eminim şarkıyı çok daha iyi anlayacaklardır.
Güney ağaçları tuhaf bir meyve verir (Southern trees bear a strange fruit)
Yapraklarında ve kökünde kan vardır (Blood on the leaves and blood at the root)
Güneyin meltemiyle sallanır siyah beden (Black body swinging in the Southern breeze)
Sarkar kavak ağaçlarından yabancı meyva (Strange fruit hanging from the poplar trees)
Görkemli güneyin pastoral manzarası (Pastoral scene of the gallant South)
Şişkin gözler ve çarpılmış ağızlar (The bulging eyes and the twisted mouth)
Manolyanın hoş ve tatlı kokusu (Scent of magnolia sweet and fresh)
Ve yanan bedenin ansızın gelen kokusu! (And the sudden smell of burning flesh!)
İşte bir meyve; kargalar toplasın diye (Here is a fruit for the crows to pluck)
Yağmur toplasın, rüzgar emsin diye (For the rain to gather, for the wind to suck)
Çürütsün güneş, ağaç düşürsün diye (For the sun to rot, for a tree to drop)
İşte yabancı ve acı mahsul (Here is a strange and bitter crop)
Çevirideki hatalar kusurlar için kusura bakmayın lütfen. Şiir çevirmek zorlu bir iş. Umarım başarılı olabilmişimdir. Hatamız olduysa affola :)
Bu plağın ardından bir sürü vokal caz albümü platoya konuk oluyor. Tonlar muazzam ve etkilenmemek mümkün değil. İğnenin kendisine özgü zarif bir yönü var. Kelimelere dökmek gerçekten çok çok zor. Nasıl anlatayım gerçekten bilemiyorum. Odaya yayılan detayları yakaladıkça bunu fark etmek mümkün. Üst uç sınıf iğneler kullanan veya dinleyen okuyucularımız belki beni anlayabilirler. Belirli bir sınıfın üzerindeki iğneler/sistemlerde ayrım yapabilmek çok çok zordur. Detay düzeyi çok üst noktalardadır ama o düzeyde sistemin bir imzası vardır minör tonlarda, minör detaylarda. Bir zile vurulduğunda üst frekanslarda ilk baget ile zilin birbirine dokunduğu anı duyarsınız. Arkasından zil titreşmeye devam eder. O titreşim hoparlörlerimizden duyulur ve bir sonraki zile vuruşa kadar azalarak devam eder. İşte bu azalma sürecini nasıl duyduğumuz ile alakalı bu minör farklar. Hemen her kombinasyonda o titreşimleri duyarsınız ama ağırlığı farklıdır. Bazen daha belirsiz bazen belirgin. Tabii ki sistemden sisteme farklar vardır ben sabit bir sistemi kendi sistemimi göz önüne alarak söylüyorum. Ancak yazdığım gibi kim bilir benim sistemimin bana yansıtamadığı neler var, ancak yansıtabildikleri bile yetiyor artıyor Ikeda 9TT ile.
İlk Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız Üçüncü Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız
Bir yorum ekleyin