Bu sayımızda Stereo Mecmuasına ilk kez konuk olan bir markamız var; Castle. 1973 yılında İngiltere’de kurulan firma 40 seneyi aşan hayatında çok güzel ağaç kaplamalı kabinleri ile meraklıları kendisine bağlamayı başardı. Firma bir kaç kez ciddi ekonomik sorunlar yaşamış olsa da, bunlardan kurtulmayı başarmıştı. Ancak geçtiğimiz on yılda İngiliz firmalarının bir çoğunun yaşadığı krizi Castle’da atlatamayınca firma el değiştirdi. IAG grubu Castle’ı satın alarak markayı yaşatma kararı verdi. İnternet üzerinden Castle hoparlörleri kullananların oluşturduğu gruplara göz attığınızda meraklıların önem verdiği bazı konular var. Bunlardan en önde gelenler, hoparlörlerin işçilik düzeyinin yüksekliği ve kendisine özgü sesi.
Quad Türkiye, bundan aylar önce Castle hoparlörleri ülkemize yeniden getirme kararı verdiğinde bunu okuyucularımıza haber vermiştik. Açıkçası durumu merak ediyordum. Son iki, üç yıldır IAG mühendisleri kendi üretim hatlarından çıkan ilk nesil Castle hoparlörlerde meraklılardan ve en önemlisi markayı sevenlerden gelen eleştiriler üzerinde ayrıntılı çalışmışlar ve neredeyse her şeyi elden geçirmişler. Bildiğiniz gibi IAG, Castle’ın yanında Quad, Wharfedale ve Mission markalarınında sahibi. Geniş üretim imkanları olan firmanın yaptığı en dikkat çekici şey, sahibi olduğu markaların her birinin kendi üretim tesisleri, kendi geliştirme gruplarının olması. Bunun belki de en önemli sebebi, sahip olduğu markaların fanatik kullanıcılarının olması. Örneğin Quad markası altında üretilecek bir ürünün, markanın genel karakterinden farklı olması durumunda, kullanıcılardan tepki çok hızlı bir şekilde geliyor. Benzer bir durum Castle için de geçerli. Ülkemizde çok geniş olmasa da, dünyada bu markayı sevenlerin ve takip edenlerin sayısı hiç az değil. İthalatçı Castle ürünlerinden ülkemize Knight serisinden Knight 1, Knight 3, Knight 5, Richmond serisinden Richmond 3, Richmond 7, Classic serisinden Stirling 3 ve Howard S3, Compact serisinden Column, Satellite, Centre LRC ve Cube modellerini getirdi. Compact serisi firmanın rekabetçi fiyatlarla pazara sunduğu ve ev sinema sistemlerinde de kullanılabilecek ürünleri. Knight serisi ise klasik Castle sesi ve tasarımının ön plana çıkartıldığı, giriş seviyesini ve onun bir adım üzerindeki sistemlerde kullanılabilecek bir seri. Ben ise firmanın gelenekselleşmiş tasarım anlayışının ön planda olduğu Classic serisinin Howard S3 modelini mercek altına almaya karar verdim.
Howard S3, Classic serisinin üst modellerinden bir tanesi. Dışarıdan baktığınızda ufak tefekmiş gibi görünen bu hoparlörü bu sıcak yaz aylarında eve taşımak pek işime gelmedi doğrusu. Aslında bookshelf bir modeli incelemek istiyordum ancak Howard S3’ün farklı yapısı beni cezbetti doğrusu. Üstten bas sürücülü bir hoparlör, her an karşıma çıkabilecek bir şey değil.
Bunun üzerine Fonetik firmasının demo odasını üç farklı gün işgal etmeye karar verdim. Senelerdir bildiğim bir ortam olduğundan ve bağlayacağım komponentleri istediğim gibi seçebilecek olmam dolayısıyla Howard S3’ü uzun uzun dinleye karar verdim. Hoparlörü dinlemek için benzer fiyat aralıklarında elektronik bileşenler seçtim. Amplifikatör olarak Quad’ın stereo güç amplisi 909, CD çalar olarak ise yine Quad’ın 99 CDP-2 modelini seçtim. Her iki üründe benim uzun senelerden beri kulağımın aşikar olduğu, sanki bende varmışcasına kadar çok dinlediğim ürünler. Ürünleri bilmeyenler için ortada bir eksiklik olduğu gibi bir düşünce olabilir. Ortada bir hoparlör, bir güç amplisi ve CD çalar var, pre-ampli nerede diye soranlar olabilir. Quad 99 CDP-2, bir CD çalar olmasının yanında pre-ampli fonksiyonlarını da yerine getirebildiğinden ayrı bir pre’ye ihtiyaç kalmıyor. Dinleti için oluşturduğum sistemi ise Cardas’ın orta segment kablolarını kullanarak bağladım. Test sistemini oluşturmanın ardından hem kendi CD’lerimi hemde demo odasındaki albümleri kullanarak dinletiye başladım.
Dinleti notlarına geçmeden önce hoparlörler ile ilgili ön izlenimlerimi paylaşmak isterim. Castle deyince benimde aklıma gelen ilk şey, kabin işçiliği. Yazımın ön bölümünde markayı sevenlerin de bu konuda oldukça yanlı olduğunu yazmıştım. Howard S3 klasik bir hoparlör tasarımından oldukça farklı. Kabinin dış çizgilerinde bolca geçiş, girinti ve çıkıntılar var. Özellikle ön panel ile arka panel arasında, ön panel ile üst bölüm arasında ince birer hat oluşturulmuş. Bu bölümlerde kozmetik geçişler çok ustaca yapılmış.
Tasarımcılar aslında bu bölümleri bir çok hoparlör kabinindeki gibi birleştirerek hayatlarını kolaylaştırmak yerine, zoru seçerek hatlar oluşturmuşlar. Bunlar eğer olsaydı hataları ve kabin işçiliğindeki özensizlikleri hemen bize gösterecekti. Bunun yanında yuvarlatılmış alanlarda hoparlör üzerinde bol bol mevcut. Bunların geçişleri de iyi halledilmiş. Bir hoparlörde beni en çok sinirlendiren şeylerden bir tanesi olan, ağaç desenlerinde damarların belli bir yönü takip etmemesi durumu Howard’larda yok. Bu sayede hoparlörün çizgileri son derece akıcı görünüyor. Demo için kullandığım hoparlör akça ağaç yani açık renkti. Ancak seçenekler bununla sınırlı değil ve hem cila hemde desen olarak bol bol seçenek bulunuyor.
Parlak cilalı olmamalarına rağmen hoparlörler bence çok şıklar. Firmanın amblemi olan kale hoparlörün alt bölümüne eklenmiş ve ışıl ışıl parlıyor. Asıl hoşuma giden şey ise asimetrik yapıdaki toz korumaları. Bunlar son derece şık bir görüntü sağlıyorlar. Hoparlörde kozmetik olarak beğenmediğim tek şey bağlantı noktalarının bulunduğu arka panel oldu. Göz önünde olan bir bölüm olmasa da, hoparlörün genel şıklığına uygun bir tasarım yapılsa hoş olurmuş dedim. Bu arada hoparlörde kullanılan terminaller WBT’den seçilmiş. Ulaşım konusunda sorun yaşamıyorsunuz ve hoparlör bi-ampling ve bi-wiring’e uyumlu terminaller ise donatılmış.
Bir yorum ekleyin