QAT RS3 Music Server tıpkı MS5 Music Server modelinde olduğu gibi 24-bit 192kHz çözünürlüğe kadar PCM, WAV, APE, FLAC, AIFF, WMA, M4A, MP3, AAC, Ogg Vorbis ve DSD dosyalarını sorunsuz şekilde okuyabiliyor.
Müzik dosyalarınızı arzu ederseniz network üzerinden “RS3″ün sabit diskine kopyalayabilir, DLNA özelliği ile direkt olarak cihazınıza gönderebilir, bir USB bellek veya sabit diski “RS3” üzerindeki USB port’undan bağlayabilirsiniz. “MS5” incelemesindeki tüm kolaylıklar, albüm çalma özellikleri “RS3” modelinde de elinizin altında. Peki farklar nedir diyeceksiniz, onu da yazının ilerleyen bölümlerinde ele almaya çalışacağım. Yine tüm çalma listesi özellikleri ve diğer parametreler iPad üzerinden çok basit şekilde kontrol edilebiliyor.
Haydi gelin bir kaç albüme bakış atalım. Yakın zamanda Music On Vinyl tarafından harika bir baskısı yapılan Emerson, Lake & Palmer topluluğunun efsanevi “Tarkus” albümüne bir bakış atalım. Tarkus, İngiliz progressive rock topluluğu Emerson, Lake & Palmer’ın 1971 yılında yayınladığı ikinci stüdyo albümleri. Topluluk 1971 yılının başlarında meşhur konser performansları “Pictures at an Exhibition”ı kaydetmişti. O dönemlerde menajerler arasındaki kavga dövüş akabinde plak firmaları da işin içerisine girdi ve yeni Emerson, Lake & Palmer albümünü kendi klasik müzik şirketlerinden yayınlamak istediler. Netice itibarı ile ilk önce Tarkus yayınlandı ve arkasından “Pictures at an Exhibition” konser kayıtlarının daha düşük fiyat etiketi ile standart şekilde yayınlanmasına karar verildi. Albüm üzerinde Emerson, Lake & Palmer bayağı düşünüp taşınmış, ilk albümlerinin sağlam satış grafiği sayesinde hemen her şeyi istedikleri gibi yapabilme şansına kavuşmuşlardı. Bu özen albümün kaydından kapak tasarımına kadar kendisini hemen belli eder. Kapak tasarımı ressam ve grafik tasarımcısı William Neal tarafından yapılmıştır. Ön kapak ilginç bir yaratık olan armadillo’nun grafiksel fusion etkisi ile yorumlanmasından oluşur. William Neal, tasarımın temeline Birinci Cihan Harbinden bir tank tasarımı ile başlar. Tank paletlerini piyano tuşları ile birleştirir. Tasarıma Keith Emerson resmen aşık olur, bunun üzerine tasarımı daha da geliştirerek iç kapak için tasarımlar yapılmasını ister. Sonunda kapak oluşmuştur.
Albümün girizgahı “Eruption”daki elektronik intro’nun ardından sağlam bas ritmlerine eşlik eden zil ağırlıklı davul performansı hemen ardından gelen sintizayzır bölümleri odayı doldurmaya başlıyor. Bu albümün eski baskılarına göre 2012 yılında yapılan remaster çalışması tüm detay seviyelerini bir tık yukarı çıkartırken özellikle alt frekansların detay seviyesi ve zilleri dikkatle dinlemeye çalışıyorum. Özellikle şarkının üçüncü dakikasında daha lirik bölümlere dolayısıyla vokale girilmeden önce basa kulak kabartın. Sisteminizin yapısına göre titreşimlerin oldukça hissedilebilir olması gerekiyor.Eski baskılarda bu denli bir detay seviyesi ne yazık ki yok.. Elimdeki dijital kopya da çok başarılı. RS3’ün sunduğu sahneden mutluyum. Bas performansına edilecek laf yok. Tiz detayı noktasında da bulunduğu fiyat seviyesinde söylenebilecek olumsuz bir yorum yok. Ancak büyük kardeş “MS5” aynı pasajlarda üst frekansların detay seviyesi bir gömlek üstte!
QAT RS3’ü farklı noktalarda zorlamaya karar veriyorum. Tüm hifi sistemleri dar boğaza sokabilecek şey, piyano ve/veya büyük orkestra müziğidir. Bu tarz müziğin düzgün dijital kopyalarını edinmekte pek kolay değil hele ki eski kayıtların. Bu kez size Wagner’ın “Der Ring des Nibelungen (Nibelung Yüzüğü)” dörtlemesinin ikinci bölümü olan “Die Walküre (Valküreler)”den bahsetmek istiyorum. Genç yaşlarımda tüm ekstrem müzik dinleyen meraklılar gibi bende Wagner’ı tanıma fırsatı bulmuştum. “Nordik” mitolojiden, göklerde süren savaşlardan, tarifsiz güçteki kahramanlardan ve güzel perilerden bahsedilen eserler, yaşlar ilerledikçe daha fazla merakımı çekmeye başladı. Açık konuşmak gerekirse o dönemlerde (herhalde 20-25 yıl önce) Wagner müziğini dinleyip, arkasından “Blood Fire Death” dinlerdim. Bu vesile ile rahmetli Quorthon’ı da anmış olayım. Tabii o dönemlerde ortalıkta kasetler vardı ve kayıtlar nasıldı… Allah bilir!
Neyse “Die Walküre”ye geri dönelim. Çünkü dörtlemeye girdik mi özellikle “Götterdämmerung (Tanrıların Alacakaranlığı)”na örneğin, çok kolay çıkabilmek mümkün olmaz benim açımdan, bakınız Jordi Savall’ın “Le Royaume Oublié“sinde başıma gelenler. Alman dolayısıyla kuzey mitolojisinden, efsanelerine, halk hikayelerinden tarihe kadar bir sürü detaya girmemiz, arkasından Birinci Cihan Harbi sonrası Almanya’ya uğramamız, Thule’ye bir göz atmamız, hatta durmayıp Nietzsche’ye bir söz vermemiz ve “Trajedinin Doğuşundan” konuya dalıp Dionysos ve Apollo kültlerine bir selam çakıp, ilerleyen yıllarda Nietzsche’nin hastalıklı dünyasında Wagner ile bozuşmasına doğru ilerleyebiliriz. Aslına bakarsanız tüm bu süreç ile alakalı 20 seneye yayılan okumalarımın ardından yazacağım çok şey var. Belki ilerleyen aylarda bir şeyler karalamaya başlarım. Beni tanıyanlar müziğin birincil hobim olduğunu düşünürler ancak ben kendimi müzik konusunda cahil bulurum ancak dönemsel tarih söz konusu olduğunda işte benim asıl ilgi alanım budur diyebilirim rahatlıkla!
Konudan ve dolayısıyla incelemeden sapmadan bu benzersiz eserin hangi kaydı iyidir kötüdür tartışmaları boldur müzik dünyasında. 1950’ler boyunca Joseph Keilberth yönetiminde Bayreuther Festspiele orkestrasının farklı plak şirketlerinden yayınlanan kayıtları veya 1960’ların sonlarından Deutsche Grammophon kataloğundan Herbert von Karajan yönetimindeki Berliner Philharmoniker edisyonuna bakabilirsiniz. Bu yorumlar farklı plak şirketleri tarafından dijital olarak meraklılara sunulmuş durumda. Hemen herkesin tanıdığı “Ride of the Valkyries” (ACT III’ün başına bakış atınız) bölümünden bahsedeyim. Burada yaylılar ile başlayan girizgaha bir bakış atalım. Perdeler kaldırılırken tabloda valkürelerin şehitleri gökteki cennet Valvalla’ya taşıması vardır, savaş çığlıklarının farklı enstrümanlar tarafından seslendirilmesi ile ve arkasından kadın sesleri ile ortaya tarihin en önemli müziklerinden bir tanesi çıkmıştır. Müzikal bütünlüğü parçalara ayırdığınızda arka planda üflemelilerin detaylarına kadar bu kısacık eserde bakılacak o kadar şey var ki. QAT RS3, detay seviyesinde hiç üzmüyor ve kaydın tüm odaya yayılması konusunda çok başarılı. Sistemde bir notaların birbirine girmesi gibi bir durum da yok, ki düşük güçlü lambalı ampli, hoparlör artı dijital kaynak kombinasyonunda bu çok kolaylıkla olabilecek bir durum. Tabii ki referans düzeyde bir çözünürlük beklemeyin ama etki çok başarılı.
Sanırım bazı okuyucularımızın bu iki incelemeyi okuduktan sonra soracağı soru şu olacaktır, “RS3” modelini mi tercih etmeliyim yoksa “MS5” modelini mi? Sesi bir kenara bırakırsak MS5 modelini ayrıca ortalamanın üzerinde bir CD çalar olarak kullanabileceğiniz için bu tarz bir ihtiyacınızın olup olmadığı bence önemli bir nokta. Her ne kadar denememiş olsam da QAT kullanıcıları “RS3” modeline dışarıdan takılabilir DVD ROM’ların entegre edilebildiğini belirtseler de, MS5 modelinde tüm kontrollerin elinizin altında olması bence önemli bir avantaj. Yani bir CD çalar artı “RS3” yerine tek başına “MS5″i kullanabilmeniz mümkün. Bunun yanında “MS5” modelinde istediğiniz albümü veya şarkı listesini doğrudan CD’ye basabilmeniz ve CD’lerinizi çok kolay bir şekilde dijitalleştirip MS5’inizin sabit diskine yazabilmeniz bir diğer önemli özellik. Bu işlemleri tabii ki bilgisayarınız üzerinden yapabilmeniz de bir olasılık. Elinizin altında böyle bir özellik olup olmaması kişisel bir seçim daha doğrusu ihtiyaç bana sorarsanız! Hemen bir not teorik olarak dışarıdan bağlanan bir CD veya DVD-Rom ile de bu özelliklere ulaşmak mümkün. Denemediğim için ayrıntıya girmiyorum.
Fiziksel olarak her iki cihazda sağlam alüminyum şasileri ile göz dolduruyor. Benim gibi daha klasik boyutlardaki cihazları seviyorsanız “RS3” makul mantıklı ölçüleri ile her tür raf sistemine uyum sağlayan yapısı ile ön plana çıkıyor. Bu tamamen kişisel beğeni ile alakalı bir durum. Bu arada tabii ki “MS5” modelinin de boyutları öyle hiçbir yere sığmayan cinsten değil merak etmeyin :)
Sanırım asıl merak edilen nokta ses kalitesi olacaktır. Hem “RS3” hemde “MS5” çok başarılı cihazlar ancak detay seviyesi, katmanların ayrımı konusunda “MS5” birkaç adım önce. Özellikle üst frekans başarısı MS5’te bambaşka bir boyutta bana sorarsanız. Bunun üzerine ek olarak “MS5” modelinde çok daha sessiz bir arka plan var. Bunda belki MS5’in fansız yapısının da etkisi vardır. Her iki modeli yan yana deneme fırsatı bulunca mikro detaylarda her denemede “MS5” daha iyi bir müzik performansı sundu. Sahne hissiyatı veya seslerin odaya dağılımı konusunda ise tam anlamı ile bir galip yok.
Bu noktada her iki cihaz içinde eğer ethernet bağlantısı kullanacaksanız Stereo Mecmuası’nda da bir örneğini incelediğimiz network filtrelerinden arzu edeceğiniz bir marka/modeli kullandığınızda çok faydasını görüyorsunuz. Çeşitli markalarda makul fiyat düzeylerinde bile bu tarz filtreler bulabilmek mümkün. İkinci tavsiyem ise kaliteli bir network kablosu kullanmanız. Bu noktada ekranlaması belirli bir kalitenin üzerinde olan ve gerçekten makul fiyat etiketlerine sahip “Belkin” ve benzeri markaların ürünlerine bir bakış atmanızı öneririm. Bu alanda harcayacağınız her tutar size daha sessiz bir arka plan olarak dönecek. Bu durum Mecmua’da incelenen her streamer için geçerlidir.
Her iki cihazda da uygun bir elektrik kablosu kullanmak performansı gözle görülür şekilde olmasa da, minimal anlamda etkileyebiliyor. Özellikle iyi ekranlanmış bir elektrik kablosu çok abartmadan her iki cihazın toplam performansında ek katma değer yaratabiliyor. Eğer düzgün bir network kablosu kullanırsanız interconnect’inizin aşırı derece de ekranlanmış olmasına gerek olmuyor. Makul mantıklı fiyatlara elde edilebilecek bu tarz iyileştirmeler hem “RS3” hemde “MS5” modellerin gün sonundaki ses performansına son derece olumlu şekilde etki ediyor.
Peki bu kadar yazdın çizdin hangisini alırsın diye sorarsanız, karar vermek çok zor. Bir yandan ses kalitesinden ödün vererek göz göre göre alt modeli almak çok kolay bir karar olmasa da, “RS3″ün üst modelin tüm kullanım kolaylıklarına sahip olması ve yaklaşık üçte birlik fiyat etiketine göre ses kalitesinin yine çok iyi olmasının yanında derli toplu yapısıyla bana göz kırpması kafamı karıştırırdı açıkçası. Kararınız her ne olursa olsun gün sonunda iyi bir cihaz almış olacağınız kesin!
QAT RS3 Music Server incelemesinin sonuna geldik. QAT RS3, KDV Dahil 2.000 Euro’luk fiyatı ile ülkemizde satın alınabilir network streamer cihazları açısından neredeyse giriş seviyesinde bir fiyata sahip. Ancak açık konuşmak gerekirse fiyatına bakarak beklediğim çözünürlük seviyesinden daha iyi bir performans gösterdiğini söyleyebilirim. iOS üzerinde harika arayüzü, kullanım kolaylığı ile bence fiyat performansı açısından çok üst düzey bir performans elde etmek mümkün. Bu tutara ek olarak bir hard disk fiyatı eklemelisiniz. Tabii ki taşınabilir diskler ile kullanmak mümkün ama derli toplu dursun diyenlerdenseniz benim gibi, en güzel bir sabit disk sürücü alıp bağlamak en güzeli. Ülkemizde çarşıya pazara çıkınca daha iyi ses performansı sunan MS5 modeli de dahil olmak üzere Stereo Mecmuası’nda da konuk ettiğimiz farklı marka/model çok iddialı cihazlarda var. Ancak QAT RS3 Music Server makul fiyat etiketi ile bu dünyaya yeni girmeye hazırlanan meraklılar için hem kullanım deneyimi hemde ses performansı açısından uygun bir başlangıç noktası oluşturuyor ve aradan sıyrılıyor!
Not: Cihazın siyah ve gümüş renk seçenekleri mevcut.
QAT RS3 Music Server
Changeable 2,5 inch HDD 232 port connect Home Control System Can be controlled by IOS and Android Client Support PCM, WAV, APE, FLAC, AIFF, WMA, M4A, MP3, AAC, Ogg Vorbis, DSD etc. (Feature formats will be supported via software updates) Analog Output:RCA, XLR Digital Output: RCA Data export: USB/NAS Net cable port: RJ45 Sampling Ratio: 44.1kHz – 192kHz S/N Ratio: 100dB Voltage: A110-240v Power: ≤35W
Support remote control maintenance Colour: Black/ Silver Dimensions: 435*262*45mm N.W: 4 KGS
Fiyat: 2.000 Euro (KDV Dahil)
Temsilci: Cream Audio / www.creamaudio.net
Bir yorum ekleyin