Sezai Saktanber ismini duyup duymadığınızı bilmiyorum. Ben uzun seneler önce ismini bol bol duymuş ve merakla takip etmiştim. Bu yıllarda biz çeşitli forumlarda Türkiye’de yapılmış ürünler yurt dışında başarılı olur mu olmaz mı diye tartışırken bir gün kazaran Amerikan “Audio Circle” forumlarında Sezai Bey’in ismini gördüğümde ne oluyor, bu nedir diyerek konu başlığını dikkatle incelediğimi hatırlıyorum. Sanırım yıl 2006 idi ve yolun çok başlarındaki benim gibi bir hifi maceracısı için ilgi çekici bir olaydı bu. O dönemlerde Silverfi kablolar dönemin emekleme aşamasındaki 6Moons sitesinde de çok övgü almıştı. O dönemlerde Sezai Bey ve Silverfi kablolar aklıma kazındı. Aradan geçen seneler boyunca bu kablolar hakkında Türkçe pek az yazı okuma şansımız oldu.
2012 yılının sonlarında Sezai Bey ile ilk kez telefonda görüştük. Telefon konuşmasının hemen öncesinde uzun yazışmalarımız oldu. Tüm bu sürecin sonunda Silverfi kabloları kendi sistemimde denemeye karar verdim. Ancak yıl sonu dolayısıyla işlerimin yoğun olduğunu ve kapsamlı bir inceleme yapamayacağımı bildirdim. Biliyorsunuz bu dönem yani 2012 yılının son aylarında Stereo Mecmuası’nı uyku moduna soktuk. Sezai Bey, çok açık şekilde kablolar hakkında fikirlerimi merak ettiğini ve formal bir inceleme yerine kabloları kendi sistemimde istediğim kadar deneyebileceğimi söyleyince, bende kabloları deneme amacıyla sistemime entegre edebileceğimi belirttim.
Bu sürecin ardından ben sistemimin o günkü durumunu Sezai Bey’e gönderdim ve kendisinin benim sistemim için hazırlayacağı kabloları beklemeye başladım. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra kargo elime ulaştı ve Silverfi kabloları ile yaklaşık 3 ay sürecek bir macera başlamış oldu. Önümüzdeki sayfalar boyunca sizlere Silverfi kabloları ile geçirdiğim süreci anlatmaya çalışacağım.
Yazıya başlamadan önce Sezai Saktanber ile tanıştırayım sizleri. ODTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan Sn Saktanber, turizm fiziksel planlaması alanında çalışmış. 90’ların ortasında Audio Note, Rega, TDL gibi markaların Türkiye distribütörlüğünü ile hifi dünyasına adım atmış. BIS, Water Lilly Acoustics, Alligator vb. müzik ürünlerini ithal etmiş. Benim bu yazımda mercek altına alacağım kablolar konusuna 2000’li yıllarda merak sarmış. Kendi cümleleri ile bu süreci şu şekilde özetliyor Sn Saktanber,
“kablo olayına başlamam büyük ölçüde dünya piyasasında mevcut kabloların iyi bir müzik dinleyicisi olarak kabul edilebilecek şahsıma hitap etmemesi neticesinde oldu. 5-6 yıl süren bir inceleme ve deneme sürecinden sonra 2005 yılında silverfi kablo ürünlerinin tasarım ve imalat sürecini başlattım. aynı yılın sonbaharında Silverfi Cable’a 6moons dergisi tarafından “realizasyon ödülü” verildi.
Silverfi Kablo’nun ana amacı kaydedilmiş müziğe doğal biçimde daha yakın, şeffaf ve doğru tınıları veren bir iletim aracı olabilmek. bu temel hedefi giriş seviyesindeki modellerden başlayarak referans modellerine kadar aynı titizlikle başarmaya çalışıyoruz”
Bu yazıda toplam 5 adet kablo ile alakalı görüşlerimi okuyacaksınız. Bu kabloları listelemek gerekirse;
1. Elixir SX (Switchcraft konektörler ile)
2. Elixir SX-Plus (Eichmann Copper Bullets konektörler ile)
3. Phrygian SX (Switchcraft konektörler ile)
4. Magician SX (Eichmann Copper Bullets konektörler ile)
5. Moonshadow SX-Plus (Switchcraft konektörler ile)
Yazıya başlamadan önce kablo konusunda hep yazdığım bazı konuları biraz genişleterek yeniden ele almak istiyorum. Bildiğiniz üzere kablolar hifi dünyasının her dönem en tartışmalı bileşenlerinden bir tanesi olmuştur. Bir grup bir kablonun sistemin genel atmosferi konusunda değişiklikler yapabilmesinin çok mümkün görünmediğini söylerken, bir diğer grup hifi sistemlerinde bir kablonun en az bir cihaz kadar önemli olduğunu savunur. Tabii ki bu iki zıt görüş arasındaki tartışmalar hiçbir zaman bitmez. Bilimsel verilerden, fizik teorilerine kadar her türden argüman havalarda uçuşur ve bu tartışmaların sonu asla gelmez.
Ben bu tartışmalarda kablonun sisteme olumlu veya olumsuz bir etkiş yapabilecek bir bileşen olduğunu düşünen tarafta yer alıyorum. Bu durumu bilimsel bir veriye veya bir teoreme oturtabilme şansımın ve en önemlisi bunu yapabilecek teknik bilgiye sahip olmadığımı da açıklıkla söyleyebilirim. Ancak uzun senelerdir büyük bir keyifle oluşturduğum müzik sistemimde denediğim bir çok kablonun sese etkilerini görmüş iyi bir müzik dinleyicisi olarak kablolar tümden etkisizdir görüşüne katılmam mümkün değil. Ancak her konunun olduğu gibi kablolarında olduğundan daha önemli addedilmesine de gerek olduğunu düşünmüyorum. Geçmişten bugüne her türlü bütçe aralığı için keyifli sonuçlar elde etme olasılığınızın bulunduğu kablolar geçti elimden.
Tüm bu denemeler sonucunda işin sırrının sizin sisteminize en uygun seçeneği bulmanın uzun bir süreç ve arayış olduğunu düşünüyorum. Bazen binlerce dolarlık bir kablo yerine çok ucuz bir kablo sisteminize uyum sağlayabilir ve sizi mutlu edebilir. Zaten tüm bu sürecin en kutlu ve istenen sonucu mutlu olmaktır. Ucuz veya pahalı, sizi mutlu eden kabloyu, bileşenleri veya cihazları aramak, benim için hifi dünyasının en güzel yanıdır. Seçimlerimiz, değerlendirmelerimiz ve kararlarımız sadece bizleri bağlar, kimseye tek bir kelime etmemize gerek yoktur. Amacımız işten eve yorgun geldiğimizde, sistemimizin karşısına oturduğumuzda bizi günün sıkıntılarından uzaklaştıracak sesi elde etmektir. Kablolar bu sesi elde etmek için elimizdeki enstrümanlardan bir tanesidir.
Biliyorsunuzdur sistemimde kendi yaptığım ara bağlantı (interconnect) kablolarını kullanıyorum. Sadece pikap, step up transformer ve pre-amplifikatör arasında İtalyan Goldenote firmasının kablolarını kullanıyorum. Bu kabloların en önemli özelliği son derece iyi şekilde ekranlanmış olmaları. Son derece ucuz bir model ancak görevini harika şekilde yapıyor. Geçmişte farklı kartuşlar/iğneler ile gerçekten sinir bozucu “hum” sorunları yaşamıştım. Hatta size bir sır vereyim; pikap kolumu aldığımda kol kablosu olarak Gryphon firmasının referans kabloları takılıydı. Ancak “hum” problemlerinden saçımı başımı yolacak hale gelince bu binlerce Euro değerindeki kablolardan vazgeçip son derece basit bir kablo ile huzuru buldum. Dışarıdan baktığınızda binlerce Euro değerinde bir kola takılı ucuz bir kablo saçma bir görüntü veriyor olabilir ama biraz önce yazdığım gibi, hepimiz kendimizi mutlu edecek çözümlerin peşindeyiz. Mutluluğu hangi üründe buluyorsak, o ürün bizim için en iyi ürünler listesinde üst sıralarda yer alır; fiyatı ne olursa olsun.
Silverfi macerama hangi kablo ile başlamam gerektiğine karar vermek bayağı zor oldu. Elimdeki en ucuz model olan Elixir SX ile başlamaya karar verdim. İlk adımda denemelerimi pre-ampli ile amplifikatör arasında yoğunlaştırmaya karar verdim. Kablolar yeni üretildiği için denemelerime ham yani pişmemiş kablolar ile başladım. Elixir SX daha ilk dakikalardan itibaren sese genel etkisi ile dikkatimi çekti. Bu adımda sizi hifi dünyasının pek bilinmeyen bir dönemine götürmek istiyorum.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya’da yaşanan Single Ended devrimi ile alakalı yazdığımız makalelerde o dönemin dergilerinin ne kadar önemli bir yer tuttuğundan bahsetmiştik. 1990’larda da benzer bir dönem yaşanıyordu. Fransızların “l’Audiophile” ve Amerikaların “Sound Practices” gibi dergileri, meraklılara hifi dünyasının unutulmuş bilgileri sunuluyordu. Benim 2A3 vakum tüp sevdamda etkisi olan Joe Roberts’in “I Never Met A 2A3 Amp That I Didn’t Like” gibi teknik makalelerden, DIY projelerine, hifi tarihinin önemli ürünlerinden, şehir efsaneleri ve hikayelere kadar harika yazılar okumak mümkün idi bu eski dergilerde. Günümüzde bu dergilerin basılı kopyalarını elde etmek imkansız gibi bir şey ama internet üzerinde dijital kopyalara ulaşabilmek mümkün. İşte bu tarz dergilerde kablolar konusunda da bayağı kapsamlı yazılar yayınlanmıştı. Bu kabloların bir çoğu dönemin endüstriyel ürünlerinden hareketle basit şekilde üretilebilecek yapıdadır. Ben geçmişte bu tariflerin bir kısmını denemiştim. Bu denemelerde karşıma çıkan genel sonuç, sistemin herhangi bir yönünde abartılı sonuçlar vermeyen, göreceli dengeli kablolar elde edebilmenin mümkün olduğu idi.
Elixir tam bu tanıma uygun bir kablo daha ilk bakışta. Sistemin herhangi bir frekans aralığını ön plana çıkartmıyor. Genel bir tonal denge söz konusu. Detay gayet yeterli daha ilk saatlerde. Sisteme Elixir takılı halde bir hafta geçiriyorum. Bu kablo ile hayatıma devam edebilirim çok rahatlıkla. Kablolar ile sistem birbirini tanıdıkça baslardaki dolgunluk artıyor ve detay seviyesi adım adım yükseliyor.
Bu süreç devam ederken biraz hile yapmaya karar verdim. Phrygian SX modelini kablo yakma makineme taktım. Sezai Bey bunu pek tavsiye etmiyor. Kabloların sistemi kullandığınız zamanlarda pişmesi her zaman daha iyi sonuçlar veriyor. Kablo yakma makinelerinin süreci bayağı kısalttığı bir gerçek. Aslına bakarsanız sıradan bir meraklının bu tarz bir ürüne sahip olmasına pek gerek yok. Ancak bazı faydaları da yok değil.
Phrygian SX modelini pre-ampli ile amplifikatör arasına taktığımda Elixir modelinin genel çizgisine uyduğunu söyleyebilirim. Çok genel olarak elde ettiğimiz şeyin daha detaylı bir sunumunun olması. İlk dakikalardan itibaren tizlerdeki detay ilgi çekiyor. Bas performansı konusunda daha tok (punch) bir sunuma sahip. Orta frekans bandında her iki kablo benzer karaktere sahip olsa da, Phrygian SX modelinde daha ayrıntılı bir sunum bir sunum var.
Bir haftalık dinleme süresinin ardından Elixir SX ile Phrygian SX modelini karşılıklı kıyaslama sonuçlarım şu şekilde;
Vokal dominant müzik tarzlarında her iki kablonun genel karakteristiği birbirine oldukça benziyor. Üst model de ayrıntılar çok daha iyi duyuluyor. Son derece keyifli bir plak olan Ella in Berlin: Mack the Knife’tan “Our Love Is Here to Stay” şarkısında iki kablonun farkı ortaya çıkıyor. Bu harika şarkının müzikleri George Gershwin, sözleri ise Ira Gershwin imzalı şarkı 1938 yapımı The Goldwyn Follies filmi için bestelenmiş. Film, George Gershwin’in ölümünden hemen sonra yayınlanmış. Şarkıda seneler içerisinde bir kaç değişiklik olmuş. Özellikle ismi defalarca değişmiş! Müzik tarihindeki önemi George Gershwin’in tamamlanmış son bestesi olması. Farklı bir yorum için, Ella Fitzgerald’ın “Ella Fitzgerald Sings the George and Ira Gershwin Songbook” albümüne bir göz atabilirsiniz. Meraklılar bu plağı Speakers Corner kataloğunda bulabilirler. Ayrıca Frank Sinatra’nın “Songs for Swingin’ Lovers!” ve Billie Holiday’in “All or Nothing at All” albümlerinde müthiş yorumlara denk gemek mümkün. Ancak bunlardan daha iyisi de var, Ella Fitzgerald ve Louis Armstrong birlikteliğinin ikinci perdesi “Ella and Louis Again” albümüne de göz atın hatta mümkünse edinin! Ella in Berlin: Mack the Knife’ın kaydı müthiş seviyede olmasa bile bir konser performansı olması nedeniyle çok önemli.
Bir yorum ekleyin