Kuzey Işığı: Hegel H70

Türkiye’ye giriş yaptığı tarihte sahip olduğu özelliklerle ilgimi çeken Hegel H70’le tanışmam 7-8 ay öncesine dayanıyor. Eski Hi-Fi sistemimde üst frekanslardaki bozulmaya çözüm ararken karşılaştığım H70, Timpani’deki performansıyla bende iyi bir izlenim bırakmıştı. Bu izlenim üzerine amfi ve CD çalarımla Timpani’ye gittiğimde üst frekanslardaki bozulmanın sebebinin eski CD çalarımdan kaynaklandığını düşünüyordum. Zira Fransa orijinli eski amfime Fransa, ABD ve Kanada menşeili Hi-Fi dergileri tarafından birçok ödül verilmişti. Hatta bu dergilerden biri, amfiyi distribütörler için “altın yumurtlayan tavuk” ilan etmişti. Yayınlanan eleştiri yazılarında 1000 Euro’luk bir entegre amfi olarak fiyatının dört-beş katı değerindeki amfiler kadar iyi çaldığı yazılmıştı.

Amfimin arkasındaki ünlü Fransız elektronik gurusunun ismini ve Taiwan’da yapıldığını düşününce bu eleştiri yazıları bana testi yaptığımız güne kadar çok da mantıksız gelmiyordu. Timpani’de yaptığımız testte CD çalar beklediğim gibi çıkmıştı ancak amfimin daha maçın ilk dakikalarında bu kadar çok gol yiyeceğini tahmin etmemiştim. Sahnesi, öze sadakati, organik sesi ve dinamizmiyle H70 açık ara üstün geldi. Durum bir zamanlar futbol maçlarında İngiltere karşısında aldığımız ağır yenilgilerden farksızdı.

Tabii bu benim için yeterli değildi. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bu kez H70’i, 3.000 Euro’nun biraz üzerindeki bir lambalı amfiyle test etme şansım oldu. Bu amfi, eski amfim kadar ağır bir yenilgi almasa da sonuç yine aynıydı. Müzik üzerindeki hâkimiyeti, en karışık pasajları yorumlamasındaki becerisi ve organik sesiyle yarışı bir adım önde göğüsleyen yine H70 oldu, ki test ettiğimiz bu lambalı amfinin de Hi-Fi dergilerince pek çok ödüle mazhar olduğunu belirtmeliyim.

Bu durum insanı fazlasıyla etkilemeye yetiyor. Nasıl olur da Avrupalı bir üretici rakipleri bu fiyat skalasındaki ürünlerini Uzak Doğu’ya kaydırmışken, hatta bu fiyat kategorisinde çok fazla Avrupalı üretici kalmamışken böylesi iyi bir amfi üretebiliyor? Tamam, Norveç belki dünyanın en iyi mühendislerinin yaşadığı (en azından iddia böyle) bir ülke olabilir ama tek başına iyi mühendislik yeter mi? Piyasa iyi mühendislerin elinden çıkmış ama bekleneni vermeyen birçok cihazla dolu değil mi?

İşte H70’in bu etkileyici başarısının arkasında Hegel’in geliştirdiği ve patentini aldığı Soundengine, Dualamp ve DualPower gibi birçok teknoloji yatıyor. Mevcut devre şemaları üzerinden giderek kaliteli komponentler kullanmak yerine bilinmezliğe yelken açan firma, elektronik alanındaki yeni buluşlarla doğal sese bir adım daha yaklaşma noktasında epey yol kat etmişe benziyor. Elbette bunda firmanın sahibi Bent Holter’ın etkisi büyük. Bir elektronik gurusu olmasının ötesinde aynı zamanda müzisyen olan ve eskiden “Hegel” adını verdikleri rock grubunda (firmanın adını nereden geldiğini anlamışsınızdır) bas gitar çalan Holter, bu başarının arkasındaki en büyük güçlerden biri. Zira amfiden çıkan sese bakıldığında yapım aşamasında müzik dinlenildiği her halinden belli oluyor.

Hegel H70’in sesinin ne derece iyi olduğunu ise bunca artının ardından onu satın alıp da evde dinlemeye başladığınız zaman anlıyorsunuz. Dikkatinizi çeken ilk şey üç boyutlu sahnesi oluyor. Bunu anlatmak gerçekten zor ancak Dream Theater’ın “A Dramatic Turn of Events” albümündeki “Bridges in the Sky” şarkısının girişinde Aborjinlerin evde dans ettiğini görürseniz, aileden biri muamelesi yapmanızda fayda var. Vokaller öylesine odayı dolduruyor ki, sizde neredeyse gerçekmiş etkisi yaratıyor. Dire Straits’in “Private Investigations” şarkısında ise Mark Knopfler’ın karşınızda çaldığını hayal edebilirsiniz. Klasik gitarın sesi alabildiğine gerçekçi ve doğal bir şekilde kulağınıza ulaşıyor. Hatta vokallerin üç boyutluluğu karşısında vokalistin (özellikle de kadın vokalse sesi daha da gözle görülür hale geliyor) kim olduğunu merak edip, kendinizi bir anda Google’da araştırma yaparken bulabilirsiniz. En azından Robben Ford’un “Blue Moon” albümündeki “Make Me Your Only One” şarkısını dinlerken bana öyle oldu. Daha önceden farkına bile varmadığım kadın vokalistin sesi karşısında büyülendim. Ortaya kim mi çıktı? Leonard Cohen’in de back vokalini yapan Julie Christensen. Hani aslında hiç de gözden kaçacak bir ses değilmiş.

Hegel H70’in ses karakteristiği giriş seviyesindeki bir tümleşik amfiden beklenmeyecek kadar homojen ve bir o kadar da organik. Bu benzetme biraz ironik de olsa adeta “pikap gibi” çalıyor. Genel olarak akışkan, yumuşak ve dolgun bir sesi var. Müziğin kulağa hoş gelen herhangi bir röprodüksiyonunu değil de kendisini, özünü sunma çabası içerisinde. Ve bunu da fiyatına oranla gayet iyi başarıyor. Ses bandında herhangi bir ses, diğerinden daha fazla ön planda değil. Orta seslerle tizler içe içe geçmiş bir halde. Üst frekanslar yumuşak ve sıcak tarafta. Kulağı kesinlikle tırmalamıyor. Olması gerektiği gibi, ne çok önde ne çok arkada…

İkinci Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız