Yanılsamalar

Uzun bir süredir kafamı kurcalayan birtakım düşünceleri 6 Moons’da okuduğum ve aslı Michael Lavorgna’nın olan “Why Music Matters” yazısı tekrar tetikledi. Yazısını özgürce kullanmama izin veren Michael Lavorgna’ya buradan tekrar çok teşekkür ediyorum. Again thank you very much Michael.

İngilizce orijinalini buradan okuyabilirsiniz. İçimi kağıda dökmekten ileriye gitmeyen bu yazıyı eleştirilerinize sunuyorum.

Önce bir soru: Dünyada farklı coğrafi konumda, sosyal yapıda, ırk, dil, din, vs. olan milyonlarca insanın ortak tutkusu olan bu Hi-Fi, veya başka bir deyişle müziği göreceli de olsa “daha kaliteli şekilde” dinleme arzusu nasıl bir şeydir? Ne işe yarar? Amacı nedir? Nereye gider?

Sonra bir varsayım: Hi-Fi’ın amacı, daha öncesinde kaydedilmiş olan müzikleri kendi evimizin ortamında dinlemenin mutluluğuna erişmek. Burada anahtar kelime “öncesinde” dir. Zira canlı olmadığı sürece müzik mutlak olarak geçmiş zamandadır. Zaman olgusuna sonradan tekrar değineceğim ama öncelikle bu hobimize dışarıdan bakanların sandıklarının tam aksine neden sürekli karşılıklı tartışmalarla geçtiğine bir göz atalım: Kabloların topolojileri üzerine tartışırız, dijital–analog kavgaları çıkarırız, lambalı-solid state tartışmaları sürüp gider, hoparlörlerin altına koyacağımız malzemeler bile tartışma konusu olur. Ve daha onlarcası, yüzlercesi. Herhangi bir gün herhangi bir dilde olan herhangi bir internet forum sayfasını açmanız yeterli olur. Amacımız bu kadar basitken, yineliyorum – kendi evimizin ortamında müzik dinlemenin mutluluğunu yaşamak – bu denli anlaşmazlık, tartışma, çatışma… Niye?

Hi-Fi kelimesine yani High Fidelity ye odaklandığımızda belki birkaç ipucu bulabiliriz. Fidelity – sadakat kısmı birincil olarak belli bir zaman dilimi (yine kaçınılmaz olarak geçmişte yapılmış) içerisinde yapılan bir icranın aynı esnada yapılmış kaydı ile birebir örtüşmesi ile doğrudan ilintilidir. En saygın dergileri okuduğumuzda bu icranın 1. canlı olması (yani eş zamanlı) şartı ve 2. akustik enstrümanlar ile çalınması şartı üzerine bir anlaşmaya varılmış gibidir. Peki bu canlı icra mikrofonla(rla) kaydedilmeyecek mi? Bu mikrofonlar kablo ile bağlı değiller mi? Mixing konsolleri içerisinde elektronik devreler yok mu? Elektrik ile çalışmıyor mu? Vs. vs. Sorular bu şekilde uzar gider… Hi-fi dediğimizde sözü edilen, canlı ve akustik enstrümanlarla çalınan/söylenen bir müziğin aslına olabildiğince uygun şekilde tekrardan yaşatılmasına yarayacak olan alet edevat ile çeşitli formatlardaki müzik yazılımlarıdır (LP, CD, radyo yayını, kaset, bant, vs.) Bu beraberliğin doruk noktası da bir yanılsamanın ötesine gitmez.

Açıklayayım: evimizde tekrardan canlandırıp dinlediğimiz müzik o denli aslına uygun, o denli gerçekçidir ki kendimizi kaydın yapıldığı ana “ışınlayıp” o esnada oradaymışız hissini verir.

Aslında herhangi bir olayın tekrardan canlandırılması beraberinde hatayı da getirir zira tekrardan canlandırmanın tek kusursuz olanı olayın kendisidir. İşte burada yine “zaman” olgusu ile karşı karşıyayız. Bu tekrardan canlandırma yanılsamasına o denli alıştık ki, sonunun kesin hüsran olacağını peşinen bilmemize rağmen peşinde sürekli bir kovalamacadır gidiyor. Son zamanlarda kafamı kurcalayan sorulardan bir tanesi de bu. Kendi kendimizi ne denli kandırıyoruz?

Birkaç varsayım daha: Müzik sanattır. Her sanat eseri kendi kendine yeten ve kendi kendini tamamlayan bir bütündür. Bir sanat eserinin bir birey tarafından değerlendirilmesi tamamıyla kişisel görüşlere dayanan bir olgudur. Sanat eserinin değerlendirilmesi mutlak olarak şimdiki zamanda yapılır. Sanat eseri ile onu duyumsayan birey arasında bir anlam alışı vardır. Yani değerlendiren kişi bu eserden bir anlam çıkartır, bir duygu yükü alır, sanat eseri onu algılayanda birtakım “değişiklikler” meydana getirir. İyi ya da kötü – belki deçekimser. Ancak incelenen eseri tarihsel süreç içerisine yerleştirmek sanat yorumunu yapana farklı perspektifler açabilir. Deneyim mutlak olarak yoruma kaynak ve malzeme zenginliği getirir. Müzik setinden müzik dinleme tamamıyla kişisel bir olgudur ve deneyim bu müziği algılamada yorum zenginliği getirir. Kişisel hazzı algılamaya ve değerlendirmeye gelince de objektif veya tarafsız ölçütlere dayanmamız olanaksız olduğu kadar anlamsızdır.

Açıklık getirmeye çalışayım: Müziğin veya hangi müziklerin “sanat” olarak kabul edilmesi gerektiğini sabaha kadar tartışabiliriz, ancak bu tartışma genel anlamda müziğin sanat olarak kabul edilebileceğini kabul ettiğimizde anlamını tamamıyla yitirir. Her sanat eseri bir bütündür dediğimizde de neyi kastettiğimi basit bir örnekle betimleyeyim. Picasso’nun horoz resmine bakalım. Bir de kümesteki horoza bakalım. Kuşkusuz ikisi de farklı deneyimler. Birincisine yem atmanız hiç bir tepki doğurmaz, ikincisi ise 3 boyutlu bir canlıdır. Bunu müzik dinlemeye aktarmaya çalışalım. Canlı bir performansı eş zamanda yaşamak evimizde müzik seti aracılığıyla dinlemekten farklıysa, birincisini neden, olumlu da olsa, ikincisini eleştirmek için kıstas kabul ederiz?

Evimizde müzik dinlemek başlı başına ve kendi kendini tamamlayan bir olgudur. Başarısı veya başarısızlığı bizi dinlediğimiz müziğe ne denli bağladığı ile ölçülür. Aldığımız hazla doğru orantıda bağlantılıdır. Ancak az yukarıda “kişisel haza gelince objektif veya tarafsız ölçütlere dayanmamız olanaksız olduğu kadar anlamsızdır” dememiş miydik? Biraz açayım, bazılarımız hoparlörleri derin basları vermediği sürece keyif almazlar, devasa hoparlörler kullanırlar. Bazılarımız için ise tiz ve orta seslerin kendilerine göre düzgün gelmesi yeterlidir ve mini monitör kullanırlar. Derin baslara gereksinimleri yoktur. Başkaları 3 wattlık SET’lerle mutlu mesut yaşarken karşılarında 300 wattan az olan transistörlü amplileri olmazsa mutlu olmayanları bulurlar. Bunlar tabii ki uç örnekler ancak her gün yaşadığımız tartışmaları tohumlayan haz alma farklılıklarıdır. Müzik setimizi kurmaya geldiğinde karşımızda inanılmaz sayıda “farklı” seçenekler çıkar. Hangisinin iyi, veya daha iyi veya mükemmel (öyle bir şey varsa) olduğuna nasıl karar vereceğiz? Bütçemizi neye göre oluşturacağız? Neye göre karar vermeliyiz?

Müzik dinlemenin getirdiği kişisel haz söz konusu olunca tarafsız ölçüt diye bir olgudan söz edemiyoruz. Pekiyi. “İyi” bir müzik sisteminden müzik dinlemekteki amacımız alacağımız haz ise ve müziği de bir sanat dalı olarak kabul ediyorsak bu alacağımız hazzı artırmak için dinlediğimize anlam katmamız gerekir. Ve bu anlam kazanımı müzik deneyimlerimizi çoğaltıp dinlediğimiz eserler ve icracılar hakkındaki bilgimizi artırmaktan geçer. Hifi’den geçmez. Örnekleyeyim: En son müze ziyaretimizi hatırlayalım. O müzede sergilenen tüm eserler birileri tarafından bir sanat değeri taşıdıkları için oraya toplanmışlar. Ancak eminim ki gördüğünüz her esere aynı şekilde tepki göstermediniz. Farklı eserler karşısında farklı beğenileriniz oldu. Sergiyi gezen her birey için de bu farklılıkların oluştuğuna eminim. Herkesin beğenileri farklı, bizi birer birey yapan da budur. Önemli olan ise müze ziyaretinden edindiğimiz kişisel deneyimimizdir. Buradan da çıkarabileceğimiz ve cevabını bulmaya çalışmamız gereken soru: Bu beğendiklerimi BEN neden beğendim?

Bu soruyu odyofillere soralım, sesseverlere. Onlar High-Fidelity’deki high kelimesini önemserler. Sadakat’ın yüksek kademesine. Ulaşmak istedikleri nokta belli bir zaman içerisinde kaydedilmiş olan bir eseri aslına
uygun olmasından çok sürekli olarak (tamamıyla göreceli olsa da) daha “iyi” bir şekilde dinleyebilmektir. İşte süregiden tartışmalarımızın kökleri de sanıyoruz burada yatıyor. Yolu da işte burada şaşırıyoruz. Bir müzik sistemi satın almaktaki amacımız neticede bir sanat dalına layık olduğu değeri maksimumda verip mümkün olan en fazla hazzı almaksa seçimimizi bizi (başkalarını değil, şu veya bu eleştirmen öyle yazdığı için değil) en mutlu edecek olandan yaparak başlamalıyız. Bir müzeyi gezdiğinizde vaktinizi sizi en az etkileyen resmi aramakla geçirmenin anlamsız olacağı gibi müzik seti seçimi yolculuğunuzda da sizi daha fazla müzik dinlemeye davet eden sistemlere yönelmeniz doğru bir yol olacaktır.

Bu aşamada sadakat tanımına yeni bir anlam kazandırmaya çalışayım, müzik dinlemeye ve müziği keşfetmeye, ona anlam kazandırmaya veya mesajlarında gizli veya açık olan anlamları anlamaya sadakat. Gerçek yüksek sadakat müzik dinleme tutkusunu alevlendiren sisteme olmalıdır. Kendimizle yüzleşelim. Yaşadığımız dünyada müzik dinlemek bir lükstür. Haz almayı GSMH’ya katkı olarak görmüyorsak zamanımızı değerlendirme konusunda tamamıyla verimsizdir. Bazen kimilerin müzik dinlemekle ilgili öne sürdükleri tarafsız ölçülebilir bir değer taşıdığını dile getirmelerini aylak aylak vakit geçirmenin onlarda yarattığı suçluluk duygusunu örtbas etmeleri için olduğuna inanıyorum. Bazı odyofillerin kritik dinlemeden söz ettiklerine tanık olduğumda da, 18 yaşından küçüklerin görmemesi için satılan dergilerin poşetleri gelir aklıma… Burada yanılsamadan söz etmiyoruz. Bir hayalden, bir düşten söz ediyoruz.

Daha fazla müzik dinleyin, araştırmacı olun, yeni şeyler keşfetmek ilkin ürkütücü olabilir, anlam vermekte zorlanabilirsiniz, yalnız olmadığınızı düşünün, bu keyfi sizlerle paylaşan/paylaşamayan milyonlarca insan ver, bu hobi ile ilgilenmekle ne denli şanslı olduğunuzu aklınızdan çıkarmayın. Ancak herhangi bir sanat dalını sizden daha doğru şekilde değerlendirebileceğini ima bile eden hiç kimseye kulak asmayın. Ne pahasına olursa olsun. Keyif aldığınız bu sanat gerçeklerle bağdaşmayacak kadar yanılsamalarla dolu bile olsa. Bu arada yanılsamaları değerlendirmenin bilimsel bir ölçüm değeri var mı? Bir müzik setinden müzik dinlemek söz konusu olunca ben, müziğin getirdiği cümbüşlü tutkuyu daha iyi duyumsamak için tüm duyularımla hayal gücümü ardına kadar açık bir şekilde yapmayı tercih ediyorum.

Yazının Aslı: Michael Lavorgna
Çeşitlemeler: Bruno Manusso

Tags: