Geçtiğimiz günlerde aradığım bir cihazın peşinde teknoloji marketlerini gezmek zorunda kaldım. Hazır gitmişken ses sistemleri reyonlarına bakmayı da unutmadım tabii ki. Ancak karşılaştığım manzara tam anlamı ile fecaat idi. Değişen alışkanlıklar, toplumdaki dönüşüm, teknolojideki gelişmeler ve ekleyebileceğiniz onlarca sosyolojik ve ekonomik parametre derken “müzik seti” kavramı çok az insan için bir anlam ifade eder hale gelmiş. Tüm bunları kafamdan geçirirken aşağıdaki yazıyı yazdım. Daha önce yayınladığımız “Nostalji: Kaset Kültürü” yazısı gibi keyifle okuyacağınızı umut ediyorum…
Aslında herşey müzik seti olarak neler var elinizde sormam ile başladı. Bana yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Samsung MX-JS9000 kodlu ne idüğü belirsiz garip cihazı gösterdiler. 3.299TL’lik fiyat karşılığında her tarafından ışık saçan, müzik mi çalıyor yoksa bu dünyanın dışından sesler mi verdiği anlaşılamayan bir “şey” satın alıyorsunuz. Tanıtımında “yeri titreten göğü inleten müthiş performans” gibi cümleler olan bu “şey” üstün DJ özellikleri ile evlerimizde parti yapmak için ideal bir cihaz(mış) Memlekette sanki herkes müstakil evlerde yaşıyormuşcasına ballandıra ballandıra anlatılan özelliklere kendinizi çok kaptırıp, akşamın bir vakti parti ortamı yapmaya kalkarsanız, kapınız çalındığında en iyi ihtimalle suratınızın ortasına bir yumruk yersiniz. İşin ilginç tarafı böyle bir konsept moda olunca büyük tüketici elektroniği firmalarından tutun, Çin’den mal getirip kendi markasını vuran memleketimin hızlı girişimcilerine kadar herkes bu tarz ürünleri raflara doldurmuş. Müzik seti reyonu değil, pavyon mübarek!
Müzik seti diye reyonlarda boy gösteren bir diğer konsept ise bluetooth hoparlörler. Hemen her fiyat aralığında, her renk ve türlü şekillerdeki hoparlörler anlaşılan son derece popülerler. Kullanım kolaylığı ve anlık bir şeyler dinlemek için bu hoparlörlerin makul ve mantıklı olduğunu düşünüyorum. Hiç yalan yok benim evimde de var ve ufaklığa bir şeyler “tıngırtacağım” zaman kullanıyorum. Koskoca müzik setini açıp “kırmızı balık gölde” şarkısını elli kere üstüste dinleyip ruh hastası olmaya hiç niyetim yok! Onun yerine aç bluetooth hoparlörü tıngırdasın işte! Ufaklık mutlu, ben mutlu!
Aslına bakarsanız bizlerin anladığı anlamda müzik setleri daha tarihin tozlu sayfalarına karışmış değil. Bir çok firma hala bu tarz setleri üretmeye devam ediyor. Üzerinde CD çalar bulunan, klasik anlamda bir amplifikatörü olan, her tarafından pavyon ışıkları saçmayan cihazlar yok değil. Ancak ülkemize bir çoğu ithal edilmiyormuş. Bulabilirseniz örneğin Philips marka alışılageldik formda bir müzik seti 400TL civarında bir fiyat etiketine sahip. Ses kalitesi şöyledir böyledir onu bir kenara bırakın, gün sonunda oturup keyifle müzik dinleyebileceğinize eminim.
Peki nasıl bu hale gelindi…
80’li yıllarda çocukluğunu yaşayan bir insan olarak hatırladığım ilk şey evimizde Hitachi marka bir boombox olduğu ve Grundig marka kendime ait mono taşınabilir minik bir kaset çalarım olduğu idi. Ailem müzik delisi insanlar sayılmazdı ama iyi kötü evde bir şeyler çalardı. Amcalarımın evlerinde kocaman mobilyalı müzik konsolları vardı ve her gittiğimde bunlara hayran hayran bakardım. Oynamaya gittiğimiz arkadaşlarımın hemen hepsinin evinde iyi kötü bir müzik seti olduğunu hatırlıyorum. Yine ortalıklarda iyi kötü 33’lükler 45’likler vardı. Ancak o dönemin asıl olayı kasetlerdi. Seyyar kasetçiler, müzik market veya o dönemin tabiri ile kasetçiler, korsan kaset çeken mekanlar derken hayatımızın içerisinde öyle veya müzik vardı. Dönemin Renault ve Tofaş arabalarında kasetçalar olmadığı için, ortalıkta oto teybi konusunda uzmanlaşmış mağazalar vardı. Çalıntısı, dışarıdan geleni, sahtesi ile bambaşka bir dünya idi…
Bende yavaş yavaş büyüyordum ve kendi müzik zevkim oluşmaya başlamıştı. Ortaokul başlangıcında bir Sony müzik seti satın aldı babam bana. Sanırım karne hediyesiydi. Boombox’lardan daha büyük boyutlarda, ayrılabilir hoparlörleri olan, çift kaset çaları olan çok güzel bir cihazdı. Ayrıca Philps marka pikabım vardı, dosta elem düşmana ise korku saçıyordu. Ne yazık ki facia bir aletti. Sony boombox’ı mahallemizdeki beyaz eşya satan amcadan satın almıştık. O dönemlerde beyaz eşya mağazalarında bile müzik seti satılıyordu. Hatta manzarayı size betimlemeye çalışayım. Mağazalarda çamaşır ve bulaşık makinelerinin üzerinde boy boy müzik setleri olurdu. Arçelik bayii Mehmet amca bile iyi kötü çıkış gücünden, hızlı kaset çekme özelliklerinden bahsedebiliyordu. Aman radyosu şöyle iyi çekiyor, aman şöyle güçlü filan diye muhabbet ediyorsunuz. Tabii ki o dönemlerde hifi mağazaları yok değildi. Hele ki İstanbul’da Doğubank cenneti vardı. Benim yaşımdaki bir çocuk için o katlı müzik setleri ancak bir hayaldi. Ancak bir şekilde ortalıkta onlarca seçenek vardı ve müziksiz kalmıyordunuz.
Arçelik, Beko, Vestel gibi yerli üreticilerin bile müzik setleri vardı. Hatta İzmir fuarı İzmir fuarı iken pavyonlarda devasa müzik setlerini tanıtırlardı. Bu arada amma çok pavyon yazdım. Laf aramızda severim o ortamı. Ama ayrı bir yazının konusu olsun! Onlarca bant ekolayzırlar, artık akıllanmaya başlayan kasetçalarlar derken bana uzay üssü gibi gelirdi o müzik setleri. İnsanlar birbirlerine kaset çekerler, gazete bayilerinde farklı müzik mecmuaları alırlar ve hatta bunların sohbeti muhabbeti yapılırdı. Ortalıkta yavaş yavaş bir fanzin kültürü dolanmaya bile başlamıştı. Bir sürü insanda iyi kötü Walkman’ler vardı ve tabii ki daha iyi modeller insanların rüyalarını süslüyordu. O dönemlerde Japon üreticilerin hükümranlığı sürüyordu. Müzik setlerinde Sony, Pioneer, Kenwood, Aiwa, Panasonic/Technics markalı ürünler büyük ilgi görüyordu. Yerli üreticilerde çeşitli yabancı firmalarla ortaklıklar yaparak iddialı gözüken modelleri pazara sunmuşlardı. Goldstar Vestel gibi… Walkman’ler ise ayrı bir dünyaydı. O da üzerinde uzun bir yazı yazılacak bir konu.
1980’lerin başlarında CD çalarlar ortaya çıkmaya başladı. Ancak sıradan insanlar için alınabilir değillerdi. 80’lerin ortasından sonra ucuzlama süreci başladı ve CD’ler evlerimize girmeye başladı. Bu yeni teknoloji herkesi heyecanlandırmıştı. Bir heves o koca katlı müzik setlerinin üstlerindeki danteller kalkıp CD çalarlar eklenmeye başladı. Bir anda AUX veya halk arasındaki tabiri ile “ay-yu-ikis” giriş en değerli şey haline gelmişti. Benim gibi ufaklıklar için ise yine Boombox’lara talim etme dönemiydi. Babama bu yeni teknolojiyi anlatmakta zorlanmıştım. Daha yeni müzik seti aldık hemde Sony neden yenisini istiyorsun muhabbeti başladı tabii ki. Neyse kavga dövüş CD çalara sahip bir boombox edinmeyi başardım. Telefunken markaydı ve CD çaları üstten yükleniyordu. Şarkı geçmek gibi o dönem için mucizevi özellikler herkes gibi beni de etkilemişti. Müzik CD’leri çok pahalıydı ancak iyi kötü herkes satın alabiliyordu. Ayrıca yeni bir iş kolu oluşmuştu. CD’den çekilen albümleri satan kasetçiler. Eskiden plaktan kaset çekenler makbul iken CD’ler plakların pabucunu dama atıvermişti. Hoş benim açımdan çok iyi olmuştu bu. Herkes plaklarını evden atmaya çalışırken toplamak, şimdi anlıyorum ki, yaptığım en iyi şeydi.
90’larına başında artık lise talebesiydim. Para kazanıyordum ve biriktirip adam gibi bir müzik seti almanın vakti gelmişti. Bu dönemlerde bile köşebaşındaki Vestel bayisi Ali amcanın dükkanında boy boy müzik setleri satılıyordu. Ancak daha uzmanlaşmış mağazalarda vardı. O mağazaların vitrinlerinde boy boy deck’ler durur bizler ise ağzımızdan sular akarak bakardık. Biriktirdiğim para o hep hayalini kurduğum müzik sistemini kurmaya yetmiyordu dolayısıyla yine babama başvurmak zorunda kaldım. Haydi bakalım yine tartışmalar, zaten müzik setin var ya, gürültünden bıktık derken sonunda gerçekten güzel bir müzik seti sahibi olmuştum.
Hoş gürültü konusunda kesinlikle haklılardı laf aramızda. Annem resmen death metal ile black metal arasındaki farklılıkları öğrenmişti; çığlık çığlığa bağıranlar black metalci, böğürenlerin ise ekseriyesi death metalci. Aman neyse ne. Ben amacıma ulaşmıştım. CD değiştiricisi olan, akıllı çift kasetçaları olan hatta sesi de gerçekten güzel bir Sony müzik setim olmuştu. O vitrinlerde gördüğüm Technics’ler gibi değildi ama en azından benimdi.
Madem nostalji, yapıyoruz kısaca radyolardan da bahsetmek lazım. Özel radyoların çığrından çıkması ile müzik setlerinin radyoları bir anda popüler oldu. İnsanlar TRT’nin o sıkıcı havasından kurtulup bambaşka alemlere yol açmışlardı. Sanırım 1993 senesinde ki, ben Üniversiteye başlamıştım ve çok sevdiğim anneannemi kaybetmiştim o yüzden seneyi unutmam, bir anda radyolar kapatıldı. Bugün hakaret etseniz yarabbi şükür diyen halk galeyana gelmiş ve “radyomu istiyorum” diye toplumsal bir hareket oluşmuştu. Her taraf siyah kurdele idi. O dönemlerde ben bile radyoda DJ’lik yapmıştım ancak radyo sevmezdim. Canım istediği şeyi dinlemek hoşuma gidiyordu radyolardaki bir sonraki şarkıdaki belirsizlik benim için eziyet idi. Ne çalacak acaba sorusu yerine istediğin şeyi koy dinle tarafındaydım ben! Öyle veya böyle sonunda yasal düzenlemeler yapıldı ve radyolar açıldı. Sanırım Tansu Çiller anamız zamanıydı radyoların tekrar açılması. Millet iki anahtar beklerken eliindekinden bile olmuştu ama en azından radyoları kurtarmışlardı…
Bir yorum ekleyin