Akropolis’in Eteklerinde Müzik Şöleni

UPDATE! Click here for English Translation

Geçtiğimiz yılın mart ayında, karımın ve oğlumun hoş bir sürprizi sonucu Atina’da Akropolis’e karşı kadeh kaldırmıştım. Ertesi gün Plaka’da uzun bir yürüyüş yaptık. Karşılaştığımız herkes, sokakta müzik ve dans gösterisi yapan Jamaikalılar dahil, üç beş kelime de olsa Türkçe konuştu bizimle. Sağlı sollu dizilmiş onlarca kebapçıyı geçip yolun sonuna vadığımızda oturup bir yorgunluk kahvesi içtik. Bildiğimiz köpüklü Türk kahvesi (oralarda Greek coffee diyorlar, hatta havaalanı terminalindeki CIP salonunda Arçelik Telve’de taze taze pişirip içiyorsunuz). Yan masada birileri tavla oynuyordu. Bir seyyar satıcı incik boncuk bir şeyler satmaya çalıştı. Aynı yoldan otele dönerken Atina’yı ilk kez gören oğlum; “Baba, buranın Avrupa’ya benzer bir semti filan varsa oraya gidebilir miyiz? Burası aynen İstanbul.” dedi.

Komşuyla o kadar benzeşiyoruz ki. Aynı şeyleri yiyip içiyoruz, aynı ezgileri dinlerken duygulanıyoruz, benzer evlerde yaşıyoruz, benzer ekonomik krizlerle boğuşuyoruz. Onlar sirtaki yapıyor, biz kasap havasıyla ayak uyduruyoruz aynı müziğe. Çok benziyoruz benzemesine de, onlar sokakta masa kurup içki içen insanlara pompalı tüfeklerle saldırmıyor. Bizim TÜBİTAK’ın benzeri bir organizasyon olan Ulusal Helenistik Araştırma Merkezi’nin Araştırma Direktörü (tanıştık; kendisi biyokimya mühendisi oluyor, hayvanat bahçesi müdürü değil), ısıl yöntemlerdeki sorunlara karşı ultrasonik ses dalgalarıyla kimyasal maddeleri ayrıştırma üzerine araştırmalar yapıp makaleler yayınlıyor; bizde okunmuş fasulye tohumundaki verim artışı çalışmasına ödül veriliyor. Tarihi eserleri restore ederken aslına bağlı kalıyorlar, biz 2000 yıllık Şile Ocaklı Ada Kalesi’ni Sünger Bob’a benzetiyoruz. Velhasılıkelam, komşunun bizden bir farkı var ve hiç de hafife alınacak bir fark değil bu.

Komşunun odyofil camiası da pek bizimkine benzemiyor. ACA (Audiophile Community of Athens) üyeleri en pahalı, en gösterişli sistemlere sahip olmakla övünmüyorlar; en müzikal sistemlerin peşinde koşuyorlar. Servet değerinde sistemleri olanlar yok değil tabii, ama kendi elektroniğini kendisi üretenlerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değil. Yine hatırı sayılır sayıda üyenin evinde Ypsilon Electronics cihazları var. Şimdi çıkıp da; “Daha ne olsun, ultra high-end’in Allah’ı” demeyin. Ypsilon, Yunanlı komşularımız için en nihayetinde yerli malı elektronik.

Geçtiğimiz günlerde Ypsilon Electronics’in Türkiye distribütötü Ozan Turan ve oğlumla Atina’ya kısa bir gezi yaptık. Ypsilon cihazlarının üretimini yerinde izledik, Ypsilon ekibiyle bir tavernada iki tek uzo atıp akşam ACA’nın (Audiophile Community of Athens) başkanı George Heropoulos’un evinde, o güne kadar tanık olduğumuz en müthiş müzik şölenine katılıp geç saatlere kadar kendimizden geçtik. Bu kısa ama yoğun gezi öylesine güzel izler bıraktı ki anılarımızda, paylaşmadan edemedim. Ayrıca bu yazı müzikseverleri, Türkiye için yeni bir marka olan Ypsilon hakkında bilgilendirmeye de vesile olur diye düşünüyorum.

Ypsilon Electronics 1995’te Yunanistan’da kurulmuş bir şirket. Hedefi, canlı performans kalitesinde müziği evlere taşımak. Zaten kurucuları da canlı müzik ses sistemleri konusunda uzman iki mühendis: Demetris Backlavas ve Fanis Lagkadinos. Ypsilon’u kurmadan önce boş zamanlarında lambalı amplifikatörler ve hoparlörler tasarlıyorlarmış. Son 10 yıldır ise ürettikleri her cihaz efsane oluyor. Markanın tasarımcısı, beyni, bir anlamda yaratıcı yönetmeni, sözcüsü Demetris Backlavas için odyo dünyasının Einstein’ı deniyor. Bu yılki Munich High End’de kendisiyle tanışıp sohbet etme fırsatım olmuştu, ancak Atina’da geçirdiğimiz zaman içinde kendisini ve ortağı Fanis’i çok daha yakından tanıdım. Demetris, Ypsilon ürünlerinin sahipleriyle tek tek ilgilenmekten kaçınmayan, fazla konuşmayan, utangaç, nevi şahsına münhasır bir insan. Kendisini mühendis olarak değil, mikrofon olarak tanımlıyor. Gerçekten de mikrofon gibi, atölyede kurulu referans sistemi her fırsatta, sanki ilk kez dinliyormuş gibi eleştirel bir kulakla dinliyor. Fanis ise iyiden iyiye suskun. O da sürekli dinliyor. Yemek arasında kendisiyle biraz sohbet etme fırsatım oldu, odyofil kablolar hakkında dedikodu yaptık biraz. Bu konuda derin bir tecrübesi olduğu belli. Fiyatı şişirilmiş kablo markalarına gülüp geçiyor. Gümüş kablolara sempatisi var. Referans sistemlerinde isimsiz, markasız, kendi ürettikleri gümüş kabloları kullanıyorlar. Kablo konusu hayli şaibeli bir konu. İleride bu konuda bir şeyler yazacağım.

Demetris Backlavas

Ypsilon’un ilk ürünü, sadece iç pazara yönelik bir hibrid entegre amplifikatör olmuş. Bugünkü ürün gamının ilk örneği ise 2002-2003 yılları arasında geliştirilen SET-100 lambalı amplifikatör. Bu ürün, CDT-100 CD okuyucuyla birlikte ilk kez Heathrow Show’da görücüye çıkmış. Ertesi yıl PST-100 pre ve DAC üretilmiş. Bu iki ürün zaman içinde modifikasyonlar geçirerek iyileştirilmiş ve pre’nin bugünkü Mk.2 versiyonuyla DAC-100 D/A piyasaya sürülmüş. 2009’da Las Vegas’ta fono pre VPS-100 ilk kez izleyiciyle buluşmuş. 2014’te Munich High End’de Phaethon entegre amplifikatörün lansmanı yapılmış. Bu kısacık tarihçe ve sınırlı ürün gamı, büyük bir başarı öyküsü aslında. Zira odyo eleştirmenleri Ypsilon ürünlerini yere göğe sığdıramıyorlar. Her çıkan model, anında efsane oluyor. Rekabetin çok sert olduğu, çok güçlü markaların tahakkümü altındaki high-end pazarında böyle bir başarıya imza atmak, öyle herkesin harcı değil.

Demetris Backlavas ve Fanis Laghadinos

Ypsilon küçücük bir atölyede üretim yapıyor. Demetris ve Fanis bizzat üretime katılıyorlar, gerektiğinde lehim yapıyorlar, trafo sarıyorlar. Ypsilon her modelinden senede en fazla 15 adet üretiyor. Çoğu da Yunanistan dışına satılıyor cihazların.

Ypsilon ürünlerinin devre tasarımları, bugünün trendlerine pek uymuyor. Her şeyin başında; çok yalın, akımı mümkün mertebe az tahrifata uğratarak çalışan, bu yüzden de trafo kalitesine çok önem veren tasarımlar. Ypsilon devre tasarımlarının üçte ikisi trafo desek abartılı olmaz sanırım. Örneğin Phaethon’da 11 adet trafo var. Amplifikatörlerin ses seviyesi kontrollerinde potansiyometre değil; kademeli olarak azalan, kendi üretimleri besleme kaynakları kullanıyorlar. Trafo sargısında kullanılan bakır ve gümüş kabloları kendi belirledikleri standartlarda özel olarak ürettiriyorlar. Ürünlerin çoğu hibrid devrelerden oluşuyor. Zor bulunan yüksek kalite lambalar kullanılıyor. Tüm tasarımlarda mümkün olan en az fonksiyon var.

Örneğin VPS-100 fono amplifikatörde sadece MM giriş bulunuyor. MC kartuşlar için Ypsilon’un (tabii başka marka da olabilir, ama hiç önermem) kartuşunuzun değerlerine uygun yükseltici trafolarından (step-up) birini kullanmak zorundasınız. Ya da mesela, Phaethon entegre amplifikatörde sadece 4 adet giriş var. Mono, balans ayarı ve benzeri fonksiyonlar yok. Backlavas, bunların her birini sesi olumsuz etkileyen unsurlar olarak görüyor (kanımca yerden göğe kadar haklı). Cihazların dış tasarımları da aynı yalınlıkta; çok az düğme, abartısız led ekran, cihazın açık konumda olduğunu belirten mavi bir ışıktan ibaret. O kadar ki, CD çalar üzerinde hiçbir düğme vesaire yok, sadece uzaktan kumandayla kullanabiliyorsunuz. Uzaktan kumandayı kaybederseniz yandınız diyeceğim, ama kolay kolay kaybedilecek bir parça değil. Yeri gelmişken, Ypsilon’un tüm uzaktan kumandaları masif alüminyumdan üretilmiş, ziyadesiyle ağır ve iri. Kazara ayağınıza filan düşürürseniz, en yakın hastaneye bir görünmenizi öneririm. Kasalar ve ön paneller Almanya’da üretiliyor. İşçilik kalitesi tüm odyo dünyası için örnek standartta.

Atölye ziyareti sırasında oğlum Demetris’i soru yağmuruna tuttu. Demetris büyük sabırla tüm sorularına cevap verdi, atölyedeki referans sistemi dinledik (CDT-100 CD okuyucu, DAC-100 D/A dijital-analog dönüştürücü, PST-100 Mk.2 pre-amplifikatör, ilk ürünleri olan SET 100 stereo güç amplifikatörü ve kendi tasarladıkları hoparlörlerle), kablolar test ettik. (e/n Fotoğrafları yukarıda) 

Sonra bir tavernada öğle yemeği yiyip soluğu doğru Audiophile Community of Athens’ın başkanı George Heropoulos’un evinde aldık (yukarıda sözünü ettiğim Ulusal Helenistik Araştırma Merkezi’nin direktörü oluyor kendisi, önemli bir biyokimya mühendisi). Ve tek kelimeyle aklımız başımızdan gitti.

 İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız

Tags: