Rethm Maarga ve Saadhana: Rethm ve Tasarım

Bazen insanın şanslı dönemleri vardır ya,sanırım bu hafta gerçekten bunlardan bir tanesi idi benim için. Bir ürünü ilk kez dinlemek, bir ürünün tasarımcısıyla birlikte vakit geçirip hayata ve ürünlerinin üretim sürecine dair düşüncelerini anlamaya çalışmak ve hatta bir hoparlör için yaratılmış yeni bir upgrade’i dünyada deneyen ilk kişilerden bir tanesi olmak ve çok daha fazlası. Sanırım bunlar hifi ile ilgilenen kimsenin hayır diyemeyeceği şeyler. Sizlere bu yazımda artık rahatlıkla sevgili dostum diyebileceğim Jacob George ve onun dünya çapında oldukça çeken hoparlörlerinden bahsedeceğim. Benim Rethm ile tanışmam sanırım bundan 2 sene önce, CES raporları ve resimlerinin olduğu bir web sitesi sayesinde olmuştu. Bu dünyanın en büyük elektronik şovunu izlemeye giden bazı arkadaşlarım ve Fil Elektronik’ten tanıdığım Bruno Manusso ve Hamdi Ünlü’de hoparlörlerden oldukça iyi bahsetmişlerdi. Geçen seneki CES fuarında da, hoparlörlerin performansı konusunda yine çoğu kişi hemfikirdi ve internet üzerinde hoparlörlerden sıklıkla bahsedilir hale gelmişti. Ama sanırım hoparlörlerle ilgili en kapsamlı yazı 6moons sitesinden tanıdığımız Sayın Sarajan’ın yazıydı ve 2 kez ayrı ayrı olarak Rethm ürünleri ile ilgili çok ayrıntılı incelemeler yapmıştı. Bundan aylar öncesinde Rethm ürünlerinin ülkemize geleceğini duyduğumda ürünleri daha dikkatli şekilde takip etmeye başladım ve geçen hafta ürünler Türkiye’ye geldi. Biliyorsunuz, artık ülkemizde çok fazla yeni ürün ve markayı görebiliyor ve dinleyebiliyoruz. Ama ürünlerin tasarımcıları ile birlikte olma şansımız her zaman olmuyor ne yazık ki. Benim böyle bir fırsatım oldu ve ayrıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum umarım keyifle okursunuz.

Rethm aslında Sanskritçe bir kelime ve “armoni” anlamına geliyor. Hoparlörlerin tasarımcısı ise hifi alanında pek duymaya alışmadığımız bir ülkeden; Hindistan’dan. Hoparlörlerin tasarımcısı sevgili Jacob aslında bir mimar. Asıl işi mimarlık. Kendisi için tasarladığı evi mimari bir ödüle de sahip. Evinde kendisininde belirttiği şekilde Zen Budizm’inin ve ülkesinin bize mistik gelen bazı anlayışlardan esintiler kullanmış. Benzer bir mantığı hoparlörlerininde tasarımında kullanıyor. Bunu kendisine sordum, felsefeden bu alıntılar neden diye. Cevap kısa ve öz idi açıkcası, mükemmellik sadelikte gizlidir. Rethm hoparlörlerinin üretim fikri bundan 8 sene kadar önce ortaya çıkmış. Hemen her tasarımcı gibi Jacob’ta kendi aradığı sesi kendi bütçe olanakları içerisinde bulamayınca hoparlör tasarlamaya karar vermiş. Yalnız burada altı çizilen nokta bence önemli. Bir çok tasarımcının söylediği şey, kendi zevkime uygun bir ürün bulamadığım için bu ürünü tasarladım şeklinde iken, Jacob, beğendiği ürünlere bütçesinin yetmemesinden dolayı bu işe kalkışmış. Bence realist bir yaklaşım. Pazarda gerçekten kimsenin “hayır” diyemeyeceği bir çok ürün var ama bunların çoğu bütçelerimizin oldukça üzerinde. Çok azımız aradığımız sesin peşinden koşup kendi ürünlerini üretmeye çalışıyor. Bunu yapanlara yada en azından yapmaya çalışanlara ülkemizdeki bakış açısı ne yazık ki, çok olumlu değil. Jacop, Amerika’da -ki oğlunun eğitim süreci amacıyla Amerika’da yaşadığını da eklemeliyim- bir evin garajında hoparlörler üzerine çalışmaya başlamış. İlk tasarımlarını ucuz full-range sürücüler üzerinde yapmaya başlamış. O dönemlerde de tercihi İngiliz full-range üreticisi Lowther’ın sürücüleri olmuş. İlk başlarda standart ve internet üzerinden kolaylıkla bulunabilen hoparlör kabinleri ile bahsettiğim daha ucuz sürücüleri kullanmış. Daha sonra kasaların yapısı ile oynayarak, bu değişimlerin sese etkilerini anlamaya çalışmış. Uzun seneler boyunca devam eden bu araştırma süreci sırasında sürücülerin yapısı ile de oynamaya başlayarak farklı etkiler elde etmeye başlamış. Bu noktada Jacob’a sormam gereken önemli bir soru vardı. Neden Lowther? Bu soruya karşılık o da bana bir soru sordu, bildiğin full-range sürücülerisaymamı istedi. Bildiklerimden bir kısmını sıraladım, Phy, Jordan, Fostex ve bazı “vintage” sürücüler. Bana verdiği cevabı aynen sizlerle paylaşmak isterim;

-Evet bunların herbiri gerçekten iyi sürücüler ama şunu unutma ki, hemen her ürünün zayıflıkları ve üstünlükleri vardır. Aralarından herhangi bir tanesi diğerinden çok iyi değildir. Bu üstünlükleri kullanmak ve zayıflıkları yokederek iyi bir hoparlör tasarlanabilir. Örneğin bazı sürücülerin tiz ve mid performansı daha iyi iken, bazılarının bas performansı daha iyidir. Her üretici varolan sorunlara kendi üretim anlayışına göre çözümler sunar. Örneğin bazı sürücüleri kullanan kimi üreticiler, hoparlörlerini ekstradan tiz sürücüler ile donatır, bazı sürücüleri kullanan tasarımcılar ise, hoparlörlerinde bas sesler için farklı çözümler kullanırlar. Ben tasarımcı olarak Lowther’ların genel tiz ve mid performansını gayet başarılı buluyorum ve bu yüzden Lowther kullanmayı tercih ediyorum. Bana göre, bir hoparlörde basları istenen düzeye çıkartmak daha kolay ve hoparlörün genel dengesini oluşturmak daha rahattır. Ben tizler konusunda zaafları olan sürücüler ile bu yüzden çalışmayı pek sevmiyorum.

Bunun ardından merak ettiğim bir diğer soruyu sorma ihtiyacı hissettim; genel anlamda Lowther sürücülerle çalışmanın zor olduğundan bahsedilir. Çoğu üretici kullandıkları sürücüleri hayli modifiye etseler de, ses bazen genel beğeninin oldukça dışında oluyor. Bu konuda neler söylemek istersin? -Bu yorumunun bazı doğru noktaları var. Dediğin gibi çoğu üretici sürücüleri ciddi anlamda modifiye ediyorlar. Bende kullandığım sürücülerde kimi farklılaştırmalar yapıyorum, belki yarın sende hoparlörlerin kurulumunda bulunur ve bahsettiğim modifikasyonları görmek istersin. Tabii ki bu hayır denilebilecek bir teklif değildi. Bir gün sonra hoparlörlerin setup sürecinde bulunmak oldukça keyifli olacaktı. Neyse biz şimdilik Rethm ürünlerinin gelişimi konusuna devam edelim. Yukarıda bahsettiğim gibi uzun seneler süren gelişimin ardından hoparlörün ilk versiyonu ortaya çıkar. Bu hoparlör oldukça fazla ilgi görür. Şimdiki tasarımdan kozmetik anlamda oldukça uzak olan bu ilk hoparlörler dinleyenlerin oldukça ilgisini çeker. Dinleyen herkesin ortak görüşü hoparlörlerin tiz ve mid performanslarının çok iyi olduğudur. Bazı dinleyenler ise, aynı görüşe katılmakla beraber, bas seslerde bir miktar eksiklik olduğunu söylerler. Bunun üzerine Jacob, hoparlörlerin genel ses kalitesine dokunmadan daha fazla “bas” isteyenler için farklı bir çözüm üzerinde çalışmaya başlar. Bunun için “isobarik” yapıyı esas alır ve bu sürücülerin ayrıca bir ampli ile beslenmesi fikrini benimser. Bunun üzerine Hindistan’da bu hoparlöre uygun bir amplifikatör tasarlamaya başlar. Jacob’a göre, Saardhanadana için tasarlanan amplifikatör tek başına rahatlıkla bir güç amplifikatörü olarak kullanılabilecek kadar kaliteli tasarlanmış bir amplifikatör.

Bu amplifikatörün tek görevi, hoparlör kabini içerisindeki “isobarik” yapılı sürücülerin beslenmesi. Bu mantıkla üretimiş Saadhana’nın ilk versiyonunda bu amplifikatör hoparlörün dışarısında yer alırken, gelişmiş Saadhana’da hoparlör bütünün içerisinde ama mikro anlamda yine ayrık durumda durmakta. İlk üretilen hoparlörler CES fuarında görücüye çıktıklarında oldukça ilgi çekerler. CES’i bilmeyenler için kısaca anlatmam gerekir sanırım. CES (Consumer Electronic Show) dünyanın belki de en büyük elektronik fuarlarından bir tanesi hatta en büyüğü. Bu fuarın bizim için en önemli bölümü CES’inbir bölümünün hifi ve hi-end ürünlere ayrılması. Bir bölüm derken, koskoca bir Las Vegas otelinden bahsettiğimi eklemeliyim. Tüm dünyadan bir çok firma, bu fuarda ürünlerini tanıtıyor. Bu fuar sadece tüm dünyadan gelen satıcılar ve dağıtıcılara açık, aslında buna sektörel bir fuar diyebiliriz. Ayrıca yine aynı dönemde Las Vegas’ta “The Show” adı altında alternatif bir diğer hifi ve hi-end fuarı da yapılıyor. Her iki fuarda dünya üzerindeki bir çok markayı görmek mümkün. Hemen her fuar gibi, firmaların yeni ürünlerini sergiledikleri devasa bir ortam. Rethm içinde aynı durum söz konusu ki, CES’e katılan Türk firmaları sayesinde bizde bir çok yeni ürünü ve yepyeni markaları ülkemizde görebiliyoruz. Muhtemelen firmalar içinde benzer bir durum söz konusudur. Herkes için önemli bir vitrin… Jacob takip edebildiğim kadarı ile, neredeyse tüm ülkelerdeki bayilerine gidip, tüketicilerin ve bayilerin nabzını tutmaya çalışıyor. Bu sayede farklı ülkelerdeki farklı anlayışları farklı beğenileri kendi ürünlerine adapte etmeye çalışıyor. Bunun haricinde katıldığı fuarlar ve çeşitli medya kuruluşlarında yapılan demolar derken, bizim hiç bilmediğimiz bir dünyanın kapıları Jacob için aralamış.

Hazır böyle birini yakalamışken, bana bu bilmediğim dünyayı anlatmasını istedim. İşte notlarımdan bu dünyaya kısa bir bakış… -Dünyanın dört bir yanında, her ülkeden ve her kültürden çok sayıda insanla tanışıp, ürünlerimi dinletme ve onların düşüncelerini dinleme fırsatım oldu. Türkiye’ye gelmeden önce Amerika, Fransa, İsviçre gibi ülkelerdeki dağıtımcılarımla dinletilere katıldım ve yepyeni cihazlar dinleme, bir sürü insanın görüşlerini öğrenme şansım oldu. Hemen her ülkede sevilen cihazlar var. Benim ülkemde olan bir çok cihaz Avrupa’da yokken, Avrupa’daki bir çok ürün Amerika’da bulunmayabiliyor. Ama coğrafya değişse de, çoğu insanın ortak zevki, müzik dinlemek. Bunun için tercih ettikleri bir çok farklı marka var. Aslında bir sistemin uyumu bu farklı markalarla oluşturulmuş sistemin birbiri ile uyumu. Ben bir müziksever olarak analog cihazları kaynak olarak tercih ediyorum. Dünya üzerindeki bir çok tasarımcının oratk amacı sistemlerin “analog gibi” çalmasını sağlamaktır zaten. Şu an çok kaliteli dijital kaynaklarda kullanabilme şansımız olsa da, tahmin ederim tüm müzikseverler için iyi bir pikap vazgeçilmezdir.

Hoparlörlerimi tasarlamaya başlamadan önce de, bir SET (Single Ended Triode) kullanıcısıydım, bugün benim ürünlerimi kullanan bir çok müziksever SET amplileri tercih ediyorlar. Genel anlamda benim en beğendiğim lamba 845 olsa da, 300B gibi farklı lambalarında kendilerine özgü ses karakterleri de bir tasarımcı olarak gözardı etmediğim bir diğer konu. Bunun dışında özellikle Amerika’da çok sayıda kullanıcı Single Ended yapılı Class A Solid State ürünler kullanıyor. Bu ürünlerde tıpkı SET’ler gibi düşük çıkış güçlerine sahip ampliler. Bunlarda benim tasarladığım full-range yapılı hoparlörlerle iyi “match” olabilen ürünler. Bunun haricinde özellikle Uzakdoğu ve yine Amerikan piyasalarında gitgide Class D ürünler daha fazla gözükmeye başladılar. Bu tasarımlar oldukça yeni olsalar da, aralarından bazılarını bende başarılı buluyor ve show’larımda kullanıyorum. Bahsettiğim ürünler Avrupa piyasasında daha az talep görüyorlar. Avrupa’nın kendisine özgü pazar talepleri var hatta ülkeden ülkeye değişimlerde görülebiliyor… Ben en çok merak ettiğim konulardan bir tanesini sormak istedim biraz sıkılarak. Dünyanın her yerini gezen birisi olarak muhtemelen yüzlerce farklı markadan binlerce farklı ürün dinleyen bir tasarımcı, fiyatları ne olursa olsun kendi cihazlarını ve/veya sistemini dünyanın en iyi sistemi olduğunu düşünen insanlardan tenkitler aldığı zaman ne düşünüyor.

-Bu tarz odyofillerle her zaman karşılaşmak olasıl. Dünyanın en iyi çalan sistemi kesinlikle yoktur ama dünyada çok iyi çalan sistemler vardır derim genelde. Her ürün herkesi mutlu etmeyeceğinden dolayı, bu kadar çok ürün bulabilirsiniz. Hemen herkesi mutlu edecek bir sistem mutlaka vardır. Dediğin gibi bazı odyofillerde kendi sistemleri dışındaki herşeyi yadsıma alışkanlığı olabiliyor, isterse binlerce dolar olsun, isterse de yüzlerce dolarlık sistemi olsun. Sonuçta önemli olan belli özellikleri yakalamaktır. Genelde bu tarz kişilerin hoparlörlerimde neleri sevmediğini anlamaya çalışırım. Tasarım anlayışımı anlatmaya çalışırım. Önemli olan tek şey müzik dinlemektir. Bu esnada bizlerin tabii ki beklentileri vardır, her ne kadar kayıtlarda enstrümanların gerçek sesleri bir miktar değişse de, bir enstrümanın kendisine özgü sesini vermek, bir sistemin dolayısıyla bir hoparlörün en önemli görevidir. Bu durumda evrensel belli noktalar dünyanın her tarafında kabul görür, işte bu noktalar konusunda genel anlamda konsensus sağlayabilmeyi umarım. Netice de, yaptığımız tasarımlarda alt yapısı olan olumlu/suz eleştiriler her zaman ilerleme için önemlidir. Diğer tarzdaki eleştiriler ise, benim genelde üzerinde fazlaca durmadığım eleştirilerdir. “Gelişim” Rethm ve Jacob için önemli bir sözcük. Hoparlörlerin isimleri bile gelişimi işaret edecek özellikte seçilmiş.

Maarga ve Saadhana, Hint dilinde belirli bir gelişimi ifade eden 2 kelime. Jacob bunu şu şekilde açıklıyor. -Bir müzisyenin hayatında, tıpkı diğer tüm üzel sanatlarda olduğu gibi, belirli dönemler vardır. Müzisyenin enstrümanı ile arkadaşlığının başlangıcını Maarga simgeler. Müzisyen, enstrümanıyla hayatının sonuna kadar devam edecek ilişkisinin başındadır daha. Yıllar sonra enstrümanda ilerler, konusunda uzmanlaşır. Müziğin vazgeçilmezliği artık yadsınamaz duruma gelir, işte bu durumu Saadhana kelimesi açıklar. Uzun seneler boyu uğraşıp, enstrümanın gizemlerini çözmek konusunda büyük ölçüde ilerleyişi. Tam bu noktada soruyorum peki ya virtüözite? Veya Rethm’ın en üst model hopalörü ? -Bir müzisyenin hayatı üç kelime ile özetlenir. Maarga ve Saadhana gelişimi, sonuncusu ise mükemmeliyetçiliği temsil eder. Gelişim için uzun seneler harcadım, mükemmellik ise, ömür boyu sürecek bir arayıştır…

Buradan anladığım kadarıyla Rethm’ın üçüncü hoparlörü için çok uzun seneler bekleyeceğiz galiba :) Sizlere azıcık Jacob hakkındaki izlenimlerimi de aktarmak isterim. Bu Hintli dostum, bayağı ciddi bir müzik dinleyicisi ve keman çalıyor. Bizlere gizemli gelen bir kültürün içerisinde yaşayan ve bu gizemleri ürünleri hatta mimari tasarımlarında sıklıkla kullanıyor. Beni onda en çok etkileyen şey, inanılmaz alçak gönüllü olması ve açık sözlülüğü. Sanırım bunda mensubu olduğu kültüründe oldukça büyük etkisi var. Bu tarz uzak bir kültürden bir insanla birkaç gün birlikte olunca insan aslında bizim ve Hindistan’ın birbirinden çok uzakta olmadığını anlıyor. Birbirine benzer gelenekler, benzer yemek alışkanlıkları, benzer hayat tarzları… İnsan bazen şaşırıyor, bu kadar uzak iki ülkenin aslında birbirine ne kadar yakın olduğunu anlayınca. Yazımın bu bölümünde hifi’dan biraz uzaklaşıp, sizlere beni her zaman çok etkileyen Efes’i anlatacağım biraz. Geçen sayımızda Japon sanatlarından bahsetmiştik bu defa tarihten bahsedelim. Ne dersiniz ?

Bölüm 2: -Jacob George ile Efes Turu