Bilimin, mühendisliğin ve sanatın kesiştiği yer: Raidho-Ansuz Tesisleri

Danimarka Gezisi İzlenimleri-Ahmet Kip

Danimarka küçücük bir ülke. Nüfusu Türkiye’nin onda biri. Ses kalitesiyle olsun, tasarımıyla olsun, odyo dünyasını derinden etkilemiş, etkilemeye devam eden birçok markaya ev sahipliği yapıyor: Ansuz, Aavik, Bang&Olufsen, Copland, Dali, Densen, Dynaudio, Gamut, Gryphon, Jamo, Ortofon, Peak Consult, Raidho, Scansonic ve adı ilk anda aklıma gelmeyen daha niceleri. Küçücük bir ülkeden nasıl oluyor da böyle dünya çapında başarı sağlamış markalar çıkıyor sorusunun cevabını sosyologlara ve ekonomistlere bırakıyorum. Benim söyleyebileceğim tek şey şu: Adamlar hangi işe el atsalar dört dörtlük yapıyorlar.

Geçtiğimiz ayın başında Raidho Acoustics ve Ansuz Acoustics firmalarını, markaların Türkiye disribütörü Audioavm’nin sahibi Ozan Turan’la ziyaret ettim. Raidho Acoustics’in ürettiği hoparlörler son yıllarda odyo dünyasının efsaneleri arasında yerini aldı. Ünlü odyo dergilerinin yazarları Raidho hoparlörlerin performansı karşısında hayranlıklarını gizleyemiyorlar. D5, TAS yazarı Jonathan Valin’in referans hoparlörü. Daha önce de C4.1’di. Geçtiğimiz yıl Munich High End’de hakkında en çok konuşulan, en büyük övgüleri kazanan markalardan biriydi Raidho. Yeni elektronik markaları olan Aavik’in ilk ürünü U-300 entegre amlifikatörle sürdükleri her model, konuştuğum herkesi kendine hayran bırakmıştı. İtiraf edeyim, ben Munich High End’deki sunumları karşısında biraz kararsız kalmıştım. Çok etkileyici, çok cazibeliydi Raidho’lar, ama biraz fazla mı atraksiyonlu çalıyorlardı acaba? Yani canlı müzikte olmayan, ama modern odyofillerin çokça prim verdiği bazı özellikleri fazla mı öne çıkarıyorlardı? Öte yandan, markanın satıştan sorumlu ortağı Lars Kristensen’in müthiş sunumu mu dersiniz, bütün şüphelerime rağmen sesin etkisinden kurtulamamak mı dersiniz bilemiyorum, Raidho süitini üç kez ziyaret ettim. Sonuç itibariyle, Raidho konusunda karışık duygularla İstanbul’a döndüm. Sonra İstanbul’da Ypsilon Phaethon entegre amplifikatör ile D3’ü dinledim. Hoparlörler daha çok yeniydi, tizlerinden hiç haz etmedim, ama bunu hoparlörlerin yanmamışlığına, biraz da kablolamaya bağladım. Baslar da odaya sığmıyordu, muhtemelen daha büyük bir mekâna ihtiyacı vardı D3’lerin. Belki de bir kan uyuşmazlığı sorunu vardı, kim bilir. Münih’te hiç de böyle çalmıyorlardı. İşte Danimarka’ya da bu karışık duygularla gittim.

Frits Dalmose, Lars Kristensen, Michael Borresen

Yazının sonuna saklamadan, en başından söyleyeyim; Danimarka’ya yaptığım ziyaret bilimin ve teknolojinin müzikle buluştuğu müthiş bir deneyimdi. Raidho, Ansuz ve Aavik markalarının kurucusu, tüm elektronik devrelerin ve tasarımların arkasındaki beyin Michael Børresen ve ortakları; odyo dünyasının sunumları ve demolarıyla ünlü nevi şahsına münhasır ismi Lars Kristensen, Ansuz Acoustics’teki didaktik demosuyla kablolar konusundaki görüşlerimi allak bullak eden Frits Dalmose, görsel tasarımların ve marka iletişiminin arkasındaki isim Per Mortensen ve markaların ticari başarısında büyük katkısı olan Lars Venning, bana unutulmaz iki gün yaşattılar. Kendi alanlarındaki uzmanlıkları bir yana, içtenlikleri ve konukseverlikleriyle de etkilediler beni.

5 saatlik bir uçuştan sonra indiğimiz Aalborg Havalimanı’ndan (küçücük bir yer, uçaktan inip doğrudan terminal binasına yürüyorsunuz), yarım saatlik bir sürüşle Raidho Acoustics’in merkezi olan Pandrup’a vardık. Kısa bir çay-kahve sohbetinin ardından Michael Børresen’in eşliğinde üretimin yapıldığı bölüme geçtik ve aşama aşama farklı sürücü ünitelerin teknolojileri üzerine bilgi almaya başladık. Michael’e soru sorarken çok temkinli olmak lazım, zira konuya doğrudan elektronlardan filan giriyor ve damardan fizik konuşuyor. Eğer temel bir fizik bilginiz yoksa, anlamak için geçirdiğiniz ilk beş dakikadan sonra kendinizi boş boş başınızı sallarken bulabilirsiniz. İstanbul’daki bilim insanı ve felsefeci dostlarla yıllardır devam eden mutat sohbetlerimizin faydasını gördüm; daha uzun dayanarak, çok da ahmakça olmayan birkaç soru sormayı bile becerdim kendisine.

Ses Bobini

Mıknatıslar

Sürücü Ünite Montaj Aşamasında

Raidho hoparlörlerin sürücü ünitelerinin en büyük özelliği membranlarının hafif, ama esnekliği son derece düşük malzemelerle kaplanmış olması. Alüminyum alaşımlı ve seramik kaplı membranlarla ilk defa karşılaşmıyoruz ama, -sıkı durun- elmasla kaplanmış membran, basbayağı uçuk bir fikir. Evet, Raidho’nun D (yani diamond) serisi sürücü ünitelerinin her birinde 1,2 ila 1,5 karat elmas var. Dünyanın en sert ve dayanıklı materyali olarak bilinen elmasın nasıl olup da kaplama malzemesi olarak kullanıldığı, nasıl bir teknolojiyle membran üzerine uygulandığı gibi konulara burada hiç girmek istemiyorum. Ancak şunu söyleyeyim; bu iş teknolojik olarak da, finansal olarak da, öyle herhangi bir hoparlör üreticisinin altından kalkabileceği türden değil. Raidho bu konudaki teknolojik desteği Danimarka Teknoloji Enstitüsü Triboloji (sürtünmebilim) Merkezi’nden alıyor; tabii hatırı sayılır bir ücret karşılığında. Aslında elmas kullanarak yapılan ilk uygulama Raidho’ya ait değil. Avalon Acoustics de tiz sürücü ünitelerini elmasla kaplıyor. Ancak Avalon’un kullandığı teknolojik yöntem, anlayabildiğim kadarıyla bu yetkinlikte değil, ayrıca sadece tiz sürücü ünitelerle sınırlı.

Sürücü Üniteler Kabinlere Yerleştirilmeye Hazır

Sürücü Üniteler Montaj Aşamasında

Raidho’nun en üst seviye sürücü ünitelerini elmas kaplamasının nedeni ise aslında yine kendi geliştirdikleri ve şu anda dünyanın en iyilerinden kabul edilen şerit (ribon) tiz sürücü. Bu tiz sürücünün membranı, kütlesi itibariyle o kadar hafif (0,01 gr), o kadar hızlı ve o kadar distorsiyondan arındırılmış ki orta ve düşük frekans sürücülerinin bu tiz sürücüyle entegrasyonunu sağlamak; yine çok hafif, ancak sert ve kendi içinde esnekliği yok denecek kadar az membranlar kullanmakla mümkün. Elmas kaplı sürücü üniteler çok hızlı çalışıyor ve etkileyici bir mikro dinamik sunumları var. Buna bir de bas sürücülerin alışılagelmişten çok daha küçük çaplı ve düşük kütleli olmasını eklersek, sonuç zıpkın gibi bir bas performansı oluyor. (Küçük bir bilgi: Bas sürücülere gelen sinyal kesildiği anda bile, bu tür sürücüler, daha geniş bir alana ve daha büyük bir kütleye sahip oldukları için salınmaya devam ederler ve mikrofon membranı gibi davranıp aksi yöne, yani amplifikatöre doğru ters faz olarak bir akımın gitmesine neden olurlar. Eğer amplifikatörün çıkış empedansı çok düşükse bu ters faz akım hoparlöre geri dönüp membranın hareketini sönümlendirir, böylece baslarda şişme ya da dağılma dediğimiz istenmeyen efekt gerçekleşmez. Ancak amplifikatörün çıkış empedansı yüksekse, hoparlöre geri dönen ters faz akımı büyük ölçüde bir dirençle engellendiği için membranı dizginleyemez, salınma devam eder. Bu konuya değinmemin nedeni, daha ileride sözünü edeceğim Aavik amplifikatörler.)

Elmas kaplı sürücü üniteler konusunu şunun için böyle ayrıntılı anlattım: Günün birinde Raidho D serisi hoparlör alır, karınız da kazara fiyatını öğrenirse, “Hayatım bunları aslında sana aldım, burada bilmem kaç karat pırlanta var” diyerek paçayı kurtarırsınız belki. Şaka bir yana, elmas derken, tabii ki kadınların parmaklarını süsleyen özel kesimli pırlantadan değil; endüstriyel elmastan bahsediyoruz, yani karbonit denen maddeden. Hani şu pikap iğnelerinde kullanılan elmas.

Aavik Entegre

Raidho’nun, D serisinin altında, nispeten (!) daha uygun fiyatlı C (ceramic) ve X serisi modelleri de var. Danimarka’da bu modelleri dinleme imkânım olmadı. Lars Kristensen, birkaç saat süren demoda sadece D serisi hoparlörlerin yeni versiyonlarını (yani D1.1, 2.1, 3.1 ve 5.1 oluyor) dinletti. Tüm sunum boyunca hoparlörler Aavik’in U-300 entegre amplifikatörüyle sürüldü, tüm kablolama ise Ansuz Dtc serisindendi. U-300, D sınıfı çalışan ve 300 W/8 ohm (600 W/4 ohm) güç üreten bir entegre amplifikatör. İçinde çok yüksek kalitede bir DAC ve 50 ohm ile 5 kOhm arası çalışabilen bir RIAA/fono pre katı var. 3 adet düz hat girişi (line input); 1 adet fono girişi; dijital kaynağınızı doğrudan bağlamak istediğinizde 2 adet RCA SPDIF, 2 adet optik TOSLINK ve 1 adet USB girişiyle çok olanaklı bir cihaz. Kısacası U-300’ü sisteme bağladığınızda, bir atışta tüm işi bitirebiliyorsunuz; tabii 40.000 Euro gibi bir rakamı gözden çıkardıysanız. Çok düşük çıkış empedansı sayesinde bas kontrolü ve sürüş gücü müthiş, çok hızlı bir amplifikatör U-300.

Lars Kristensen

Lars Kristensen

Lars Kristensen, yaptığı demolarda seçtiği müziklerle odyo dünyasında haklı bir üne kavuşmuş. Odyofil kayıtlarla göz boyayan türden biri değil. Lars sunuma D serisinin en küçük üyesi D1.1 ile başladı. Hoparlörün boyunu aşan bir bas performansı, olağanüstü bir sahne deneyimi ve müthiş bir saydamlıkla müziğin içine daldık. Birkaç kez yerimden kalkıp sunum yapılan odanın dışına çıktım, sesi dışarıdan da dinledim (sweet spot tuzağına düşmemek için bunu hep yaparım). Her seferinde, sesin karakterinde bir değişiklik olmadığına tanık oldum. Ancak her seferinde, ayaklarım yine ideal dinleme noktasına gitti. Raidho’ların tuhaf bir çekiciliği var. Sahne o kadar etkileyici ki, insanı döndürüp dolaştırıp o ideal dinleme noktasına oturtuyor. Pink Floyd’un The Wall’undan bir pasajı dinlerken irkildim, Ozan’la bakıştık, “Bu gerideki vokaller var mıydı ya burada?” diye sorduk birbirimize. Yoktu, yani daha önce dinlediğimiz sistemlerde yoktu, daha doğrusu başka seslerin içine karışıp gidiyordu muhtemel. Beatles’ın bazı eski stüdyo kayıtlarının bu kadar müzikal, bu kadar dinlenebilir olduğuna da yine ilk kez Raidho’larla tanık oldum. Aynı müzikleri sırasıyla D2.1 ve D3.1 ile de dinledik. Ses karakteri hiç değişmeden, ama her seferinde biraz daha büyüyerek, odayı biraz daha doldurarak çaldı hoparlörler. Tüm modellerin genetik özelliği o kadar aynı ki, ister istemez aklıma Red Kit’teki Dalton kardeşler geldi (akılsızlıkları itibariyle değil tabii).

Fabrika Genel Görünüm

Michael Børresen ve Lars Kristensen ile yaptığım tartışmalardan çıkardığım bir sonucu da paylaşmak isterim. Her hoparlör gibi Raidho’lar da tiziz bir yerleştirme istiyor. Ancak avantajlı bir yanları var, yan duvarlarla aralarındaki mesafeyi çok fazla açmaya gerek yok, hatta 30 cm’ye kadar yaklaşılabileceğini söyledi Lars. Arka duvarla aralarında 90 cm gibi bir boşluk bırakmak ideal bir durum (ancak demonun yapıldığı odada bu mesafe çok daha fazlaydı). Dinleme noktasına doğru iyice açılandırmak gerekiyor hoparlörleri. Bir de, -burası önemli- ideal bir dinleme deneyimi için hoparlörler arasındaki mesafenin dinleme noktasına olan mesafeden daha fazla olması öneriliyor. Şu eşkenar üçgen ya da bazı odyo yazarlarının son zamanlarda iddia ettiği 0.83/1 (hoparlörler arasındaki mesafe, hoparlörlerle dinleme noktası arasındaki mesafenin 0,83’ü) oranı burada işlemiyor. Lars ideal oranları 4/3 olarak verdi. Yani iki hoparlör arasında 4 birim, her bir hoparlörle dinleme noktası arasında 3 birim. Kısacası Raidho’lar tipik yakın alan (near field) hoparlörleri. Bütün dinlemeyi bu oranlar içinde yaptık. Her model aynı konuma yerleştirildi. Yani hoparlörler büyüdükçe yeri değişmedi. İşin burası ilginç, zira aynı noktada bas sunumu artsa bile, sesin karakterinde değişiklik olmuyor. Michael’a bir ara; “Sen odayı basbayağı hoparlör kabini gibi kullanıyorsun, hoparlörleri de sürücü ünite gibi,” dedim. Güldü, “Bu az çok bütün hoparlörler için geçerli değil mi?” diye sordu. Doğru söze ne denir? Bu yoğun dinleme seansının ardından akşam yemekte buluşmak üzere fabrikadan ayrıldık. Bir gurme sitesinde yazıyor olsaydım, o akşam ağırlandığımız CANblau’daki muhteşem lezzetleri uzun uzun anlatırdım. Şunu söylemekle yetineyim; gün içinde dinlediğimiz muhteşem müziği taçlandıran bir yemekti.

Raidho hoparlörle ilgili bir nihai kanı belirteceğim, ama bunu sona saklıyorum. Ertesi gün izlediğim demo, odyo hakkındaki görüşlerimi o kadar etkiledi ki, Raidho-Aavik-Ansuz üçlüsünü bir bütün olarak yazının sonunda değerlendirmeyi daha doğru buldum.

Naim ve Scansonic Perde Açılmadan

Ertesi sabah erkenden Ansuz tesislerini ziyaret etmek için Aarhus’a doğru yola çıktık. Aarhus deniz kıyısında küçücük bir şehir. Hafta sonu olduğu için ortalarda pek kimseler yoktu. Bizi Frits Dalmose karşıladı, kahve eşliğinde kısa bir sohbetin ardından dinleme faslı başladı. Frits ilk önce bana, dikey jaluziyle kapatılmış bir alan karşısına yerleştirilmiş kanepeye oturmamı söyledi. Ardından elindeki uzaktan kumandanın düğmesine bastı ve perdenin arkasından Youn Sun Nah’ın muhteşem sesi duyuldu. Bayağı etiyle butuyla Youn SunNah. Sağ arka yanında bir saksafon, sonra bir viyolonsel; ikisi de çok hüzünlü çalıyor. Bu parçayı ilk kez duyuyorum (Bitter Ballad), daha önceki albümlerinde denk gelmemiştim. Frits; “Sence nasıl bir sistem çalıyor olabilir perdenin arkasında?” diye sordu.

Naim ve Scansonic Perde Açılıyor

Sonra cevap vermemi beklemeden yavaş yavaş perdeyi açmaya başladı. Önce elektronikler göründü ortada: Naim entegre amplifikatör, CD çalar ve güç ünitesi. Perde tamamen açıldığında, iyice yanlara doğru yerleştirilmiş, bir karıştan biraz büyük bir çift hoparlör: Scansonic MB-1. Scansonic, Raidho’nun bağlı olduğu Dantax Grub’un makul fiyatlı hoparlörler üreten bir alt markası, ama tasarımların ardında Michael Børresen’in dehası var.

Naim ve Scansonic Perde Açılmadan

Scansonic hoparlörlerle Naim elektronikler arasındaki sinerji ise tek kelimeyle büyüleyici. İnsan böyle basit bir sistemle, daha fazlasını aramadan pekala yaşayabilir diye düşündüm. Ancak bu daha başlangıçtı. Frits sistemdeki (markasını söylemekten kaçındığı) güç kablolarını Ansuz’un giriş seviyesi X serisi güç kablolarıyla değiştirerek sunuma başladı. Ardından ara bağlantı kablolarını değiştirdi. Sonra yine giriş seviyesi (A-Level) Mainz8 çoklayıcı bağladı sisteme, sonra boş prizlere teker teker Sparkz Harmonizer’lar taktı. Her seferinde ses biraz daha nefes alır oldu, saydamlık arttı, sahne büyüdü. Her aşamada sanki bir tül perde kalktı sesle aramda. Bütün bu değişiklikler dikkatli bir dinlemeyle algılanacak değişiklikler filan da değildi öyle; hiçbir odyo kültürü olmayan kulaklar bile duyar. İşin ilginç yanı, bütün bunlar olurken sesin karakterinde hiçbir şey değişmedi. Ne baslar arttı, ne tizler parladı, ne orta sesler büyüdü. Garip olan, seste tanımlanabilir hiçbir değişiklik olmamasına rağmen, her aşamadaki farklılıkları ayan beyan duyabiliyor olmak.

Ansuz 8’li Priz

Aslında bunu daha önce evde deneyimlemiştim. Ansuz’un C (ceramic) kablolarını ve D-Level Mainz8 çoklayıcısını sisteme bağladığımda aynı şey olmuştu. Sesin karakterinde hiçbir şey değişmemesine rağmen aslında çok şeyin değiştiğine hayretle tanık olmuştum; hem de hiç yanmamış kablolarla. Tabii bu değişimleri kademe kademe izlemek çok etkileyici oluyor. Frits’in sunumu, Ansuz’un bir üst serisi olan P-Level kablolara geçerek sürdü. Ve yine adını koyamadığım aynı değişiklikleri şaşkınlık içinde izledim. Sonra kısa bir yemek molası verip dinleme seansına geri döndük.


İkinci Sayfaya Geçmek İçin Tıklayınız