Kolun güzellikleri burada bitmiyor. Headshell dediğimiz kısım yine üst model pikap kollarında görmeye alıştığımız tüpe eklenen ve iğneyi özel bir parçaya taktığımız bir yapıya sahip olması. Bunun getirdiği avantaj farklı açıları çok rahat verebilmek, farklı iğne büyüklüklerine daha iyi adapte olmak. Ancak açı konusu özellikle mühim. Ayrıca iğne ile arka ağırlık arasındaki hizalamanın eşitlenmesinin bazı fiziksel getirileri var. Tüm bunların bu kol üzerinde düşünülmüş olması şaşırtıcı. Daha bitmedi, pivot kulesi üzerinde kolun yanal açısı da oynanabiliyor. Yüksekliğin ayarlanabildiğini de yukarıda yazmıştım zaten. Ama kolun yüksekliğini ayarladınız kolun park edildiği parçayı ve asansör sistemini ne yapacaksınız. Thorens tasarımcıları onu da düşünmüş tüm bu parçaların da yüksekliği ayarlanabiliyor. Bu kol nereyse 3 eksende üst sınıf bir kolun hareket serbestisine sahip. Tabii ki belirtmek lazım ki, üst seviye bir kolun geniş aralıklı seçenekleri yok ancak minimal düzeyde ihtiyaç duyabileceğiniz tüm ayarlar elinizin altında. Belki pikabın satın alan bir çok insan ömürleri boyunca bu özelliklerin bir çoğunu kullanmayacaklar. Ancak gerektiğinde tüm bu ayarların el altında olması büyük bir lüks. Yazdığım gibi bu kolun üst uç sınıftaki kolların hassasiyetine sahip olduğu iddia edilemez. Ancak sınıfında böylesine özgün bir kolu hiçbir pikapta görmediğimi de açıklıkla belirtmek isterim. Çok ayrıntıya girmeyeyim, sonuçta pikabı yeni alan bir kişinin tek yapması gereken arka ağırlığı takarak hassas ayarı yapmak arkasında ise basit bir şekilde kolun sağ tarafındaki ayardan anti-skating’i ayarlamak. Eh artık plaklarımızı dinlemeye hazırız.
İlk plak benim çok sevdiğim isimlerden birinden geliyor; Ornette Coleman. Coleman’ın müzik kariyeri oldukça ilginç. İlk olarak çeşitli blues topluluklarında müzik yapıyor. 1950′lerin sonunda kendi topluluğunu kuruyor. İlk albümü “Something Else!!!!: The Music of Ornette Coleman” Bu albümde trompetçi Don Cherry dikkat çekiyor. Albümün çok başarılı olup olmadığı tartışılabilir ancak bu albümü bir nevi geleceğin sinyal olarak kabul etmek gerekli. Zaten bu albümün üzerinden daha bir yıl geçmeden “Tomorrow Is the Question!” albümü yayınlanır. Davulları Shelly Manne gibi çok önemli bir isim çalmıştır. 1959 yılında Coleman’ın dörtlüsünde önemi değişiklikler olur. Don Cherry, kornet ve trompet. Charlie Haden, double bas ve Billy Higgins davul. Coleman bu dönemde Contemporary plak firması ile anlaşmasının da sonuna gelmiştir. Atlantic Records ile bir anlaşma imzalar. 1959 yılında Atlantic’ten yayınlanan ilk plağı “The Shape of Jazz to Come” caz tarihinde yeni bir akımın yükselme döneminin başlangıcını müjdeleyen albümlerden bir tanesidir.
Albümde objektif gözle bakarsanız çok ilginç bir kadro vardır. Bu kadro ortaya öylesine bir albüm çıkartır ki, ortalık karışır. Coleman, nota hatlarıyla bezenmiş klasik anlamda hiçbir yapıya yer vermemiştir. Tabii ki bu kendisine özgü yepyeni bir yapının ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Hemen her şarkıda belirli bir melodi hissedilir. Ancak standart bir caz şarkısında olduğu gibi belirli mezürlerde ritm belirli mezürlerde solo şeklinde bir beste yapılmamıştır. Ana ritmin hissettirilmesinin ardından tamamen doğaçlama solo bölümleri gelir. Zaman zaman (örneğin “Lonely Woman” şarkısında olduğu gibi) solo bölümlerinin ardından ritm tekrar edilir ve ana solo ve onun etrafındaki doğaçlamalarla şarkı bitirilir. Okuduğunuz zaman belki çok ilginç gözükmüyor olabilir ancak 1950′lerin caz albümlerine baktığınızda “The Shape of Jazz to Come”ın oldukça farklı olduğunu anlayabilirsiniz. Lonely Woman şarkısına bir bakalım; usul bir başlangıç ve her iki kanalda üflemeliler ön plana çıkarken arka tarafta özellikle davul fark edilebilir şekilde duyuluyor. Ziller son derece hızla kullanılırken ara trampet sololarıyla oluşturulan döngüler ve tom/bas kombinasyonlu ara geçişler ve tekrar ana melodiye dönüş. Thorens TD-309 üzerindeki Audio Technica iğne ile iyi bir uyum içerisinde çalıyor. Tonlar gayet hoş, detay seviyesi gayet keyifli. Ziller ve floor tom artı bas komboları gayet dolgun. Keyifle plağın sonu geliyor.
Max Richter – Konzerthaus Kammerorchester Berlin – Four Seasons plağına bakıyoruz. Plak ülkemizde makul fiyatlara bulunuyor iken hemen kapın bir tane! Aması var, birazdan onu da anlatacağım. Max Richter 1966 doğumlu bir İngiliz besteci. Müzik eğitimini tamamladıktan sonra Arvo Pärt, Brian Eno, Philip Glass, Julia Wolfe ve isimlerle çalışmış. Yine yaptığı önemli çalışmalardan bir tanesi, Decca/Argo plak şirketi ile anlaşma yapıp 5 albüm yaptığı topluluğu. Ancak asıl ses getiren çalışması Vivaldi Dört Mevsim üzerinde yaptığı çalışma yani bu plak. Dört Mevsim gibi son derece iyi bilinen ve şöhretli bir eseri yeniden düzenlemek mümkün mü, yoksa değil mi? İşin kötü tarafı bunun Dört Mevsim gibi her yönden önemli bir eser üzerinde yapılması doğru mu değil mi? Bir kısım müziksever Max Richter’ı bu çalışması yüzünden hain olarak görüyor. Bir kısmı ise niye olmasın diye bakıyor. Ancak bir de ilginç bir durum var, albümün kaydı son derece başarılı. Şimdi dikkatlice Max Richter ne yapmış ona bir bakalım. Eseri ilk önce alıyor ve başına bir overture ekliyor. Yani eser ezbere bildiğimiz Bahar pasajı ile değil yeni yazılan overture yani açılış ile başlıyor. Arkasından her hareketi alıp bazen ana temaya çok dokunmadan bazen ise daha kışkırtıcı bir şekilde yeniden kurguluyor. Aslında bir çok eleştirmen bu işlemi müziğe daha doğrusu orkestraya bir kaç katman daha eklemek olarak yorumluyor. Bu durum bazıları için kabul edilemez bazıları için ise sıkıntı yaratmayan bir durum.
Klasik Dört Mevsim icralarına göre özellikle kemanlar partisyonları üzerine odaklanmaya çalışıyorum. Yeni edisyonda varolan partisyonların altına yeni yaylı katmanları eklendiği hemen belli oluyor. Bu sayede eserde özellikle İlkbahar hareketlerinde daha karmaşık bölümler elde dilmiş. plak son derece başarılı hoş bir atmosfer odayı kaplıyor, sahne çok başarılı. Thorens TD-309 göreceli karmaşık pasajlara çok rahatlıkla girip çıkıyor. Hoş bir tonu var sunumun. Sahne güzel…
Haydi gelin bu güzelim pikaba, sisteme ve komşulara işkence edelim. Morbid Angel’ın tüm albümleri sıradan yeniden basılıyor. Earache yeniden baskısı Covenant plağı bir arkadaşım (Ali) hediye etti. Bu albümü zamanında pek severdim. Trey Azagthoth, David Vincent ve Pete “Commando” Sandoval’ın 1993 yılında yayınladığı albüm bence death metal’in en önemli albümlerinden birisidir. Rapture şarkısı ile başlayan albüm 5. şarkı olan The Lion’s Den şarkısına kadar tam gaz devam ediyor. The Lion’s Den, konusuna çok girmeden ilk yüzyılda Roma arenalarından bahseden bir şarkı ve dinlediğiniz anda tokat yemiş gibi oluyorsunuz. Türün en önemli davulcusu Sandoval’ın sanatını gösterdiği bu şarkıdan sonra eskilerden hatırlanacak melodisi ile Angel of Disease ilgi çekiyor. Ama asıl bomba tabii ki, Nar Mattaru adlı intronun arkasından gelen God of Emptiness. Albümü baştan sona ezbere biliyorum ve işin acı tarafı bazı bölümlerini çalabiliyorum. Benim ki dahil bir çok sistemi dağıtma potansiyeli olan bir albümdür. Eski dönemlerde kullandığım bazı hoparlörler bu albümü çalarken yeter artık diyorlardı. Yeni JBL’lerle en ufak sıkıntı yok. Kocaman sürücüler double kick’leri çok başarılı şekilde simüle edebiliyor.
Albümde dakikada 100 ila 250 arasında değişen bas davul vuruşları var. Bu hengame zaman zaman sistemin içini geçirebildiği gibi kaynağın performansına göre keskinliği değişebiliyor. Thorens TD-309’un marifetli kolunun ağırlığını azıcık arttırıp kaosun içerisine giriyorum. Sonuçlar keyifli, albümün tadı yerli yerinde. Hifi sistemlerimizde o eski müzik setlerinin tadı damağımızda kalan kaotik tadını alamıyoruz ama geçmişte duymadığımız bazı şeyleri de duyabildiğimizi söyleyebilirim. Thorens TD-309 genel atmosferi gayet başarılı ile yakalayabildiği gibi hızlı bölümlerde geride kalmayıp müzik keyfimize katkı yapıyor. Keyfim yerinde…
Eh normalde bu noktada son sözlerimizi söyleyip yazıyı sonlandırmamız lazım. Hazır pikap elimdeyken farklı bir şeyler denemek istiyorum. Emektar Denon DL-103 kutusundan çıkıyor. Hemen TP-92 kolun üzerindeki yerini alıyor. Bununla yetinmeyip günlük kullanım iğnem Goldnote Boboli Signature, test amacıyla elimde olan ZYX Bloom ve Miyajima Labs Kansui sıra sıra kolun üzerindeki yerlerini alıyorlar. Thorens’in kendi protractor’unu kullanarak iğnelerin ayarını yapıyorum. Kolun hemen hemen 3 eksendeki ayar seçenekleri tüm bu iğnelerin ayarlanması için gerekli imkanları sunuyor. Sadece biraz ağır olan Goldnote Boboli Signature ile farklı ayarlar yapmayı uygun buluyorum. Sonuçta kol-iğne uyum hesabını yapınca birazcık uyumsuzluk var gibi ama sorun değil ayara müdahale edip durumu toparlamak mümkün. Kolun uç kısmı ileri geri, kol yukarı aşağı defalarca ayarlanıyor. Emanet ürün bir yandan korkuyorum bir yandan da hoşuma gidiyor bu yaptıklarım.
Üçüncü Sayfaya Ulaşmak İçin Tıklayınız
Bir yorum ekleyin