Hi-Fi’nin Ufak Bir Tarihçesi Bölüm 3

İkinci Bölüme Ulaşmak İçin Tıklayınız
Bu yazımızın birinci bölümü Stereo Mecmuası’nın 3. sayısında yayınlanmıştı.Lynn Olson’un yazılarından aslına olabildiğince sadık kalmaya çalışarak ve kendisinden gerekli izinler alınarak tercüme edilmiştir. Kendisine buradan bir kez daha teşekkürlerimizle – Thank you Lynn.

Nereden geliyorum?
Nereye gidiyorum?
Ben kimim?
Antik çağdan kalma olan bu sorular hala bizi
terketmiş değiller. Ufak değişikliklerle bu
soruları müziksever, odyofil, hobici veya
usta-mühendis’in ilgisini çekecek şekle
dönüştürülebilir.

Ses röprodüksiyon (sesi tekrar canlandırma)
sanatı nereden geliyor?
Bu sanat nereye gidiyor?
Ben bu sanattan neler bekliyorum?

Bölüm III

Bugünlerde 1950’li yıllara duyulan nostalji ele alındığında çoğunlukla gözardı edilen bir konu da 50’lerin sonu ile 60’ların başında görülen ve son derece hızlı olan teknolojik gelişme ile sosyal değişimdir… Yaşadığımız son 20 yıla baktığımızda bilgisayar teknolojisinin ilerlemesi dışındaki konularda kayda değecek pek fazla bir şey gözlememekle beraber yaşadığımız yıllar sosyal ve politik olarak reaksiyon yıllarıdır. Bizim için gelecek, filmlerde izlediğimiz agresif kurguların ötesine gitmezken o yıllarda gelecek çok “gerçek” ve heyecan verici bir durumdu.

1954-64 yılları arasında şunlara tanıklık edildi: Siyah-beyaz televizyon renklendi. Audio, masa başı radyolarla devasa konsollardan daha zarif ve ev ortamına uygun stereo cihazlara dönüştü. Çok kaliteli FM yayınları yaygınlaştı. Uçaklar yavaş ve gürültülü Super Constellation ve DC-7 gibi modellerden hızlı ve daha sessiz Boeing 707’lere dönüştü. Eyaletlerarası karayolları trafiği, bol trafik ışıklı 2 şeritli yollardan 4 şeritli otobanlara geçti. Uzay araştırmaları inanılmaz bir bilim-kurgu rüyası olmaktan çıkıp günlük bir geçeğe dönüştü. Bu arada sosyal değişiklikler de herkesi derinden etkiledi… Rock’n’Roll doğduğu gettolardan sıyrıldı. “Civil Rights” Toplumsal haklar
ırkçılığın vahşetini dindirmeye başladı. 1950’lerin katı toplum kuralları ve sosyal baskıları 1960’larda yerlerini ütopik sayılabilecek özgürlük ve “deneme”ye bıraktılar.

Biz yine de ufacık Hifi havuzumuza dönelim. Bu sosyal ve teknik ilerlemelerin yaşandığı yıllar monofonik sesten stereofonik sese geçmek için ideal oldular. 1958’de Los Angeles’te bir komisyon, ileride dünya standardını oluşturacak sisteme karar vermek için birbiriyle yarışan 3 projeden birini seçmek üzere toplandı. Ve daha da önemlisi, doğru seçimi yaparak en iyisini seçtiler! (Tam 14 yıl sonra ve Quadro adı ile anılacak olan sistem için de bir toplantı yapıldı ve o toplantı tam bir şirketler savaşı ve ortak yol bulma yönünde fiyasko ile sonuçlandı… tıpkı günümüzde yaşanan SACD ve DVD-A’da yaşadıklarımız gibi!)

Westrex 45-45 stereo sistemi 33’lük ve 45’lik plaklar için dünya standardı olarak kabul gördü ve iki seneden az bir süre içinde tüm plaklar hem mono hem de stereo olarak piyasalara sürüldü. (Aralarındaki 1 dolarlık fark, bugün bit pazarlarımızda sıkça rastladığımız mono plakların fazlalığının açıklamasıdır)

Zaman içerisinde stereo müzik mono’nun yerini aldıkça dinleyiciler devasa horn hoparlörlerle büyük kapalı kasa hoparlörlerden de vazgeçmeye başladılar. Odanın bir köşesinde büyük de olsa tek bir hoparlörün bulunması, tıpkı evde bir piyano bulundurmak gibi kabul edilebilir bir olay, hatta günün muhabbet konusu bile olabiliyordu… Ancak aynı büyüklükte iki adet hoparlör, ayrıca bir de stereo efektini düzgünce alabilmek için simetrik olarak yerleştirme gerekliliği birçok müzikseverin pratik hayatını zora koştu. (WAF’ın doğuşu!)

Stereo’nun doğuşu, bookshelf veya raf tipi hoparlörü olarak anılan (o yılların reklamlarında bu hoparlörler her zaman evlerin kitap raflarında resmediliyorlardı) hoparlörleri, New York’ta yerleri kısıtlı olan stüdyo veya apartman dairelerinden hifi geneline taşıdı. Acoustic Research bu tip hoparlörleri akustik süspansiyon adını verdikleri teknikle imal eden öncü şirketlerdendi. 1954 yılında piyasaya sürdükleri AR-1 ile başlayan serüven daha sonraki yıllarda AR-3, AR-2 ve AR-4 ile devam etti. Acoustic Research’ın kurucularından Mr. Kloss, daha sonra AR’den ayrılıp KLH isimli firmasını kurdu ve AR ürünlerine benzer hoparlörleri geliştirdi.

Raf tipi hoparlörlerin başarısı sadece daha ufak boyutlarda olmaları değildi. AR ve KLH hoparlörleri daha düzgün bir frekans aralığına sahip olmakla beraber ufak kasaları kontrplaktan imal edilen büyük boyutlu rakiplerinkinden daha sağlam olup daha az esneklik gösteriyordu. Büyük hoparlörler çok daha dinamik ve etkili olmalarına karşın AR ve KLH’lerde daha az renklendirme vardı. İlk kez müzikseverler doğru çalma konseptiyle karşı karşıyaydılar. Düşük verimli olan bu ufakça hoparlörler Kuzey Amerika ve İngiltere’de gerçek hifi ile özdeşleşip büyük hornlar gerici ve antika sayılmaya başlanmıştı. Avrupa’nın başka ülkeleri ve Japonya’da ise hornlar hiç bir zaman göz ardı edilmediler zira bu ülkelerdeki odyofiller her zaman düşük distorsyon ile geniş dinamik aralığına değer verip, Anglo-Amerikan anlamındaki flat response düzgün frekans ve accuracy hassasiyete tercih ediyorlardı.

AR ve KLH Kuzey Amerika’da büyük satış başarıları elde ederken BBC mühendislerinden D.E.L. Shorter, halen günümüzde kullanılan FFT ve MLS tekniklerinin yolunu açacak olan ve modern hoparlör dizaynını olanaklı kılacak olan “delayed resonance” gecikmeli rezonans’ı tanımlama çalışmalarını başlatmış hatta ölçümlemelerine de girişmişti. Gecikmeli rezonans alışılagelmiş sweep frequency tüm frekansları içeren testlerle belli olmayıp tanımlanamıyordu. Bu onlarca yıl sürecek olan çalışmalar neticesinde, 1950’lerin en ilerici hoparlörü olan Quad Elektrostatiklere rakip olabilecek bir dinamik hoparlör imal etmenin önü artık açılmıştı.

İlk Quad elektrostat (ESL57 veya ELS 57 olarak da tanımlanı) bugün bile hala “modern” tınlayabilen ve ilerici sayılabilecek ender klasik hoparlörlerden biridir. Bu hoparlör çok iyi “transient” cevaba, ani atak’lara, neredeyse kusursuz kare dalgalara (square waves) ve düşük intermodülasyon distorsiyona sahiptir. Modern hoparlörlerin çok azı düşük distorsiyonla iyi bir transient cevabını birlikte barındırabiliyor. Çoğu hoparlörler, eski veya yeni, alıcıyı, düşük distorsiyon .(horn sistemleri veya stüdyo monitörleri) veya excellent impulse response (lineer fazlı odyofil hoparlörler) arasında tercihe zorlar.

Raf tipi hoparlörlerin hassasiyeti düştükçe amplifikatör imalatçıları elektroniklerin çıkış güçlerini arttırdılar. Williamson’un KT66/6L6 bazlı 15 wattlık ampliden 35 wattlık EL34’lere geçildi. Daha sonra da 60 Wattlık KT88/6550 bazlı ampliler üretildi. O zamanların en klasik dizaylarından bir tanesi çok sevilen ve 30 yılda 500.00’in üzerinde satan Dynaco Stereo 70’tir. Bu amplinin devreleri pek sofistike olmamakla beraber çok çizgisel bir eğri de göstermemektedir. Ancak düzgünce restore edilmiş bir Dynaco 70’in sesi bugün bile imal edilmiş olan çok amplifikatörden daha iyidir!
FCC 1963’te, FM Stereo yayınları için Zenith’in sistemini seçti (Crosby’nin FM-FM sistemi daha iyi bir seçim olabilirdi ancak Zenith’inki de gözardı edilemeyecek kalitede) ve FM radyosu da böylece stereo oldu. Kıtalararası tek rakip daha düşük verimlilikte olan Halstead’in sistemiydi. O da tam olarak gerçek bir stereo değil, düşük frekanslı bir sinyal aracılığıyla mono sinyali sağ ve sol olarak ayırıyordu. BBC’de stereo’ya geçme kararı aldığında İngiliz sistemleri yerine Zenith’i seçti. Zaman içerisinde de Zenith sistemi, dünya çapında eşi ender olarak görülecek bir uyum içerisinde uluslararası standart olarak kabul edildi. ABD ve Avrupa teknisyenlerinin ortak bir konuda anlaşabilmelerinin ne denli nadir olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım, renkli TV standartları ve HDTV ile ilgili yıllarca süregelen tartışmalara bir göz atmamız yeterli olacaktır. Televizyon için stereo Amerikadaki 3 büyük yayın kuruluşunun baskıları neticesinde, FCC tarafından 1964 yılında alınan bir kararla ileri bir tarihe atıldı. (Bu karar, bu 3 büyük yayın kuruluşunun renkli Amerikan TV standardı NTSC’ye geçiş süresince masraflarını artırmamak üzere alınmıştı) Stereo TV için 20 yıl daha beklemek gerekti, ve bu süre sonrasında kabul gören sistem Zenith’in ilk teklifine çok benzer bir sistemle yapıldı. (tek fark, sağ-sol sinyal farkları için DBX kompresyonunun kullanımı oldu)

Hifi’nin altın yılları konusu işlendiğinde mutlak surette hoparlörlerden söz etmek gerekir. Günümüzün ortalama hassasiyete sahip olan hoparlörleriyle eşleştiğinde, özenle restore edilmiş o zamanın elektronikleri çok iyi hatta çok modern bir ses üretirler. Peki, yine o altın çağa ait hoparlörleri restore ettiğimizde neler elde ediyoruz? Bu sorunun cevabı çok da basit değil. Tabii ki her zaman bir takım klasikleşmiş modeller vardır, örneğin efsanevi Quad ESL ile başlayabiliriz.

Ancak unutulmamalıdır ki: günümüz hoparlörleri ile karşılaştırıldığında Quad’ın ciddi dinamik erim sorunları vardır. Ayrıca Quad’larla optimum stereo efektini ancak 60 cm (veya daha az) kadar bir yerden alabilirsiniz. Dinamik hoparlörler ise farklı bir konumdadırlar. Batı Yakası firmalarının, Altec ve JBL’in yüksek hassasiyetli hoparlörlerinin sesi herkese uygun olmayabilir. (özellikle klasik müzik dinliyorsanız) Doğu yakasının ürünleri ise, AR ve KLH gibi, düşük hassasiyetli olmakla beraber low resolution pek ayrıntılı değildirler.

Tiz sürücüleri genelde zayıf, yüksek distorsiyonlu (yüksel intermodülasyon distorsiyonu, keskin crossoverlar) çok miktarda enerji depolayan, detayları yokeden, ses dağıtımı kaba olan tasarımlardan oluşmaktaydı. Tiz sürücüleriyle pikap iğnelerinin imalatı materyel-madde-maden teknolojisine son derece bağımlıdır. Bugün elimizde olan ve piyasada kolayca bulunan birçok materyal o yıllarda NASA’nın bile elinde yoktu.

Devamı bir sonraki sayımızda.

B.M.

Dördüncü Bölüme Ulaşmak İçin Tıklayınız