Sesin Doğası Analog Mu Yoksa Dijital Midir?

SESİN DOĞASI ANALOG MU YOKSA DİJİTAL MİDİR?

Odyofillerin en keyifli ve bitmek bilmeyen tartışmalarından birisi, analog-dijital çekişmesi üzerinedir. Analog taraftarları bu tartışmada kendilerini en başından avantajlı görürken dijital savunucuları da bu durumu biraz ümitsizce kabul eder. Öyle ya, sesin doğası analogdur, sıfırlar birler teknolojinin önümüze koyduğu yapay bir imkandır. Tamam, bu teknik bayağı yol aldı ama işin doğasına uymayan bir yaklaşım bu. Dolayısıyla, ne kadar ilerlese de esas olanı yakalaması mümkün değil. İşin özü analog olandır. Plaktan hoparlörümüze akan “doğal” ses, CD’den veya bilgisayarımızdaki flac dosyasından gelenden işin doğası gereği güzeldir. Nihayetinde, dijital olanın varabileceği en üst seviye analogun zaten bulunduğu nokta değil mi?

Güzel bir müzik dinletisi ertesinde bazen keyifli bazen de iddialı tartışmalara neden olan bu konuyu gelin biraz daha bilimsel olarak irdeleyelim. Sesin doğasının analog olduğunu söylerken ne kastediyoruz? Bazılarımız için üzerinde konuşmaya bile gerek olmayan sezgisel bir gerçektir bu. Yine de gelin konuyu biraz detaylandıralım. Ses enerjisi atmosferde dalgalar halinde ilerler. Zaten ses, bir kaynağının ürettiği titreşimlerin katı, sıvı veya gaz halindeki ortamda dalgalar halinde ilerlemesiyle ortaya çıkar. Şayet bu dalgalar havada ilerlerken önlerine çıkan bir mikrofonun membranını titreterek yine dalga şeklindeki bir elektrik sinyaline dönüştürülürse, biz de bu sinyalleri evimizde müzik olarak dinleyebiliriz. Burada belirleyici olan kavram “dalga”dır. Dalga, tanımı gereği kesintisiz olarak değeri değişen ve bu sebeple bizim analog dediğimiz fenomendir. Dalga, süreklilik demektir ve ses de bu sürekliliğe sahiptir. Böyle baktığımızda dijital bir sinyal gerçekten işin doğasına aykırı bir yapıdır. Kesintilidir, sürekliliğin esamesi okunmaz. Birbirinden tamamen bağımsız ve kopuk bir’ler ve sıfır’lardan oluşur.

Öyleyse, konu kapandı gibi duruyor. Tartışmayı sürdürmenin pek bir anlamı yok. Dijital olan, en iyi ihtimalle kulağımızı kandırabilecek kadar analog olana yaklaşabilendir. Biz de, en iyi ihtimalle bunu takdir ederiz ama biliriz ki asıl olan, biraz çıtırtılı da olsa pikabımızda dönen siyah diskten gelen sestir.

Durum bu kadar bariz bir şekilde önümüzdeyken gelin bir parça fizikle haşır neşir olalım, bakalım bilimin tanımladığı gerçek, bize çok bariz görünenle birebir örtüşüyor mu.

Klasik fizik, buraya kadar anlattıklarımızı tamamen doğrulayacaktır. Sorun şu ki, klasik fizik bugün artık bilgi dağarcığımızda pek önemli bir yere sahip değil. Onun yerine, evrenin dokusunu bize daha bütünsel olarak ve daha derinlemesine anlatan kuantum fiziği var. Kuantum fiziğinden bahsetmek çok çetrefilli bir durum çünkü bu konuya ömürleri boyunca kafa yoran fizikçilerin bile tam olarak ortak bir yol bulamadığı bir konu bu. 20. yüzyılın en önemli fizikçilerinden olan Richard Feynman’ın ünlü sözünü hatırlatayım: “Kuantum fiziği üzerine çalıştığınızda konuyu anlamaya başladığınızı düşünürseniz bilin ki hiçbir şey anlamamışsınızdır.”

Bu konu neden bu kadar çetrefillidir? Çünkü kuantum fiziği sezgisel düşünce biçimimize hiçbir şekilde uymamaktadır. Bir cisim aynı anda birden fazla mekanda bulunabilir mi? Tabii ki hayır, ama kuantum fiziğine göre evet, bulunabilir. Meşhur düşünce deneyinde olduğu gibi, bir kedi aynı anda hem ölü hem de diri olabilir mi? Tabii ki hayır, ama kuantum fiziğine göre evet, olabilir. Konuya yabancı olanların doğal tepkisi “Ne bu saçmalık, bütün bunlara bilim mi diyorlar?” şeklinde olursa, bu çok anlaşılır ve makul – yani sezgisel olarak doğru – bir tepki olacaktır. Ancak içinde yaşadığımız evren bizim sezgilerimizle kavrayabileceğimizden çok çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğundan bizi şaşırtmak konusunda hiç sıkıntı çekmiyor. Kuantum fiziği (veya kuantum mekaniği) böylesine karmaşık ve tuhaflıklarla dolu ama bir o kadar da konunun özünü kavrayabilen bir bilimsel teoridir. Bu arada bir parantez açalım, teorinin adı bile mistik bazı çağrışımlara sebep olduğundan ilgisiz bir sürü saçmalık için kullanılmaktadır. Kuantum düşünme yöntemlerinden kuantum bütünsel mutluluk arayışlarına kadar pek çok “batıl inanç” bizlere pazarlanmaktadır. Bütün bu laf salatalarına sırtınızı dönün, kuantum fiziğinde mistik veya fizik ötesi hiçbir şey yoktur. En saf haliyle bilimdir kuantum fiziği. En büyük problem, beynimizin algılama biçiminin sadece bizim ölçeğimizdeki fenomenleri kavramaya uygun olarak evrilmiş olmasındadır. Mikrokosmoz veya makrokosmozun işleyişini anlamaya çalıştığımızda düşünce yapımızın sınırları ile karşılaşıyoruz ve efsaneler üretmeye başlıyoruz.

Neyse, kuantum fiziğinin temellerini burada anlatabilmek mümkün olmadığından bu kadarı ile yetinelim ve teori bizim ilgi alanımızda ne diyor ona bakalım.

Sesin enerjisi dalgalar halinde yayılır, bu da sese analog bir yapı atfetmemize neden olur demiştik. Kuantum mekaniği, bu görüşü alt üst eder. Enerji – şekli ne olursa olsun – süreklilik göstererek değil, tekil yani birbirinden tamamen bağımsız enerji paketleri halinde yayılır. Enerji paketi tabiri benim yakıştırmam değil, teorinin yaptığı tanımdır. Daha fazla bölünemeyen bu en küçük enerji paketi birimlerine “Kuantum” denir. Evet, böylece teorinin adının nereden geldiğini de öğrenmiş oldunuz. Birim enerji paketinin adıdır kuantum. Çoğulu da “Kuanta” olarak adlandırılır. Yani, doğanın en temel işleyiş şekillerinden olan ses, ışık, manyetizma gibi dalga fenomenleri kuantum fiziğinin bize sunduğuna göre, devamlılık arzeden yapılardan değil, birbirinden bağımsız tekil birimlerden oluşur. Bildiğiniz dijital ortam gibi yani.

Yahu bu nasıl olur, ne diyor bu adam demeyin bana. Ben size evrenimizin en bütünsel resmini bize sunan fizik teorisinin en temel varsayımını aktarıyorum. O kadar temel bir varsayım ki, teoriye adını veriyor. Kulağımızın duyduğu o analog ses sinyallerinin temeli aynı dijital sıfır’lar bir’ler gibi birbirinden ayrışık tekil enerji paketlerinden oluşuyor. Çözünürlük o kadar yüksek ki, biz bunu analog bir sinyal gibi algılıyoruz ve sesin doğasının analog olduğunu düşünüyoruz.

İtiraf edeyim, yukarıdaki son cümle pek doğru değil. Öyle olsaydı, kuantum mekaniği Richard Feynman’ın dediği kadar kavraması zor olmazdı zaten. İşin aslı böyledir der, rahatlardık ama içinde yaşadığımız evren böyle basite indirgenmiş açıklamalara izin vermeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahip.

Lise yıllarınıza dönüp, ışığın dalga ve parçacık modeli ikilemini hatırlayabilirsiniz belki. Gözlemlemediğimiz zaman ışık dalga karakterine sahipken, gözlemde bulunduğumuzda parçacık özelliği gösterir diye bize anlatılmıştır. Hatta bu parçacığa da “foton” adı verilmiştir. Dalganın adı yok, malum dalga tekil olmadığından adını koyamayız.

Bugün vardığımız noktada artık böyle ikilemlerden muzdarip değiliz. Niye bazen dalga, bazen de parçacık fenomeniyle karşılaştığımızı üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Ancak bu konunun açıklaması böyle kısa bir yazının içeriği olamayacak kadar karmaşık ve detaylı. Bu nedenle, heyecanlı bir cinayet romanının son sayfasına atlayıp katili öğrenmek istermişçesine son sözü söyleyelim: Sesin doğası ne analogdur ne de dijital. Bu konuda taraf tutanlar, emin olun ki yanılıyorlar.

Tekrar edeyim, kuantum fiziği sezgisel yaklaşımlarla kesinlikle algılanamayacak bir yapıdadır. Bir elektronun aynı anda hem Andromeda galaksisinde hem de sizin bademciğinizde olabildiği bir evrende sesin yapısının da ne analog ne de dijital olmasına şaşırmayın. Bu örnekleri de çok uçuk kaçık şeyler diye de algılamayın, kuantum dünyası böyledir işte. Bu dünyayı ciddi olarak anlamak istiyorsanız uzun ince bir yolda yürümeye başlayacaksınız demektir. Seneler sürecek bir yolculuğa hoş geldiniz.

Son söz olarak şunu söylemek isterim: analog müziği tercih ediyorsanız, sonuna kadar tadına varın ve plaklarınızı dinlerken yaşantıladığınız seremoni ve görsellik de keyfinize keyif katsın. Ya da yıpratıcı bir günün akşamında bilgisayarınızdan beslediğiniz güzelim müzik sisteminiz sizi sizden alıp götürüyorsa bunun değerini bilin. Tutup bu zevkinizi veya tercihinizi doğanın işleyişi ile açıklamaya kalkmayın, yarın birgün karşınıza işini bilen bir fizikçi çıkıp sizi bu “kesin” temelden bir anda mahrum bırakabilir.

Aykut Turhan
pirekare.blogspot.com