İnsanoğlu iletişimini 5 duyusuyla kurar. Duyular dışardan aldıkları bilgileri beyine aktarır. Ancak beyin, her duyusundan öyle aynı oranda etkilenmez. Gözden gelen sinyallerin beyni etkilemekte %83 gibi bir üstünlüğü vardır, kulaktan gelen titreşimler ise %11 ile ikinci sıradadır. Eh, geri kalan %6’yı da duruma göre farklı olarak burun, ten ve dil aralarında paylaşırlar. Şimdi sinema sistemlerinin neden daha fazla sattığını anlıyorsunuz, değil mi? Fakat bizim konumuz yinede kulaklarla ilgili olacak. Önce şunu belirtelim: Duymak, homo sapiensler’in sürekli olarak yaptığı bir eylemdir, hatta uykuda bile! Bu eylem çok sıkıcı, hatta rahatsız edici bile olabilir. Kulaklar, bir mikrofon gibi sürekli çalışır ve algıladıkları titreşimleri beyine gönderir. Çok şükür, bu bilgi ile ne yapılacağı kararı ise beynin işidir: İşine gelmezse duymazdan gelir, işine gelirse duyar. Şüpheli durumlarda, örneğin bir tehlike sezinlediğinde bütün vücudu uyarır, heyecanlandırır, hatta korkutur: Arkanızda yakın bir yerden bir aslan kükremesi duyduğunuzu bir düşünün! İnsanın ödü bile patlayabilir maazallah. Beyin bazen de duyduğu sesten haz alır, böyle olunca kendisi bir takım iyi niyetli hormonlar salgılayıp, vücudun geri kalan kısımlarını da mutlu eder. Duyma işleminin yerini dinleme çalışması alır. İnsan, manzaranın sadece tümü ile yetinmez, detay ve ince ayrımları da üç boyutlu gözlemlemeye… pardon işitmeye çalışılır. Orman ile yetinilmez, ağaçlarla, çiçeklerle, otlarla, böceklerle ilgilenilmeye başlanır. Hatta aşırı hoşlanma durumlarında iki kulak daha eklenir, dört kulakla dinlenir. Varsayılan durum, insanları bu olayı tekrar yaşama arayışına sürükler. Bahsedilen arayış bir alışkanlık haline gelir ise, buyurun size bir odyofil adayı. Örneğin, müziğin insan üzerinde böyle bir etkisi olabileceği bilimsel olarak ispat edilmiştir. Fizikçilerin, bütün duyulabilen (ve duyulamayan) titreşimleri “gürültü” olarak isimlendirdiklerini biliyor muydunuz? Yani sadece korna ve patlak egzoz seslerini değil, müziği de gürültü kategorisine dâhil ediyor bu insanlar! İnanmazsanız bir fizikçi arkadaşınıza sorun. Ancak diskotek ve düğünlerdeki müzik çalma seviyesini düşününce, insanın bu adamlara hak vermemesi elde değil (Ah gençlik ah; zamanında biz de gittik o disko’lara, çok şükür kulak zarını yırtmadan bu işten yırtmışız!). Demek ki, güzel bir müzik parçası dahi bir gürültü haline dönüştürülebiliniyor imiş. Fizikçiler haklı!
Bunu neden mi söylüyorum şimdi? Çünkü bu noktada “Pamuk eller cebe” işlemi başlıyor biz odyofiller için. Canım ucuz ses sistemlerinin nesi varmış, pekâlâ baslar gümbür gümbür gümbürdüyor, tizler de kamçı ucu gibi şaklıyor işte! Daha ne isteriz tanrıdan? Bu ve benzeri sistemlerin tek ve yegâne kötü tarafı şu: Dinlemeye başladıktan en geç 10–15 dakika sonra içten gelen, dayanılmaz bir “sesi kısma” veya “sistemi kapatma” arzusu! “Çocuğum, kapa şu MP3 çaları” örneğinde olduğu gibi.
Bu seferlik bu kadar saçmalık yeter… Ha sahi, son bir önerim daha olacak: Müziğinizi loş ışıkta dinleyin mutlaka! Neden mi? %83 ‘e %11 mağlubiyet durumunu hafifletmek için.
Hoşcakalın, tanrı başınızdan müziği eksik etmesin.
Haluk Özümerzifon
Bir yorum ekleyin