Aslında yayın planımda böyle bir yazı yoktu. Geçtiğimiz haftalarda elimde bulunan Nakamichi CR-7 kasetçaların bakımlarını yaparken kasetlerle ilgili bir inceleme yazmaya karar verdim. İlk bölüm bir anda ortaya çıktı. Sanırım hemen herkesin kasetlerle güzel anıları vardır. Onları canlandırması dileği ile…
************
Kasetler benim çocukluk ve gençlik dönemlerimin değişmez bir parçasıydı. Yaşı benden daha ileri okuyucularımızın eminim ki hayatlarında daha da önemli bir yer tutmuştur kasetler. Meşhur kasete çektirme dönemleri, evde yapılan kayıtlar, karışık kasetler derken kendi alt kültürünü de oluşturmuş bir zaman dilimiydi, kasetlerin hükümdarlığını sürdürdüğü dönemler. Derken walkman’lerin daha alınabilir olmasıyla kasetlerin günlük hayatlarımızda kapladıkları zaman artmış, sarı/turuncu renk köşeli BIC tükenmez kalemler, Faber kurşun kalemler yazı yazmak haricinde bambaşka işlevlere sahip olmuşlardı. Tıpkı selobantlar gibi. Merak etmeyin tüm bu konuları genç nesiller için daha anlaşılır hale getirmeye çalışacağım :) İyi kötü hemen herkesin etrafında çift kaset çalabilen cihazlar çoğalmış ve hemen her etkinlik için özel kasetler kaydedilir olmuştu. Uzun yol albümü, sevgiliye şarkılar, artık aklınıza ne gelirse…
Kaliteli boş kaset bulmak her zaman sorundu. Bulduğunuzda da pahalı oluyordu. Raks üretime geçtiğinde fiyatlar ucuzlamış öğrenci bütçesiyle daha fazla kaset alabilir hale gelmiştik. ED-X serisi idi bütçe dostu serileri. Gri renkli, soğuk savaşın renksiz ruhsuz işçi blokları tadında ben ucuzum diye bağıran kasetlerdi bunlar. Bu kasetlerden daha o zamanlar koli ile satın alır, binbir türlü kaset çekerdim bende. Zaman içerisinde ulaşılabilir çeşitlerde artmıştı. Arabalarda kullanılabilecek sıcağa daha dayanıklı kasetlerden tutun, iç mekanizması metalden üretilen çok sağlam ürünlere kadar binbir türlü kaset satın alabilmek mümkündü.
Standart kaset “Type I” olarak geçen demir oksid kasetlerdi. En ucuzları bunlardı. Arkasından meşhur krom ve kobalt kasetler çıktı. Bunları “Type II” olarak adlandırmışlardı. Hemen herkes bu kasetlere daha iyi kayıt yapıldığını söylerdi. Bunun sebebinin aslında ekolayzır düzenlemelerinde ve gerekli kayıt bias’larından dolayı olduğunu öğrendik ama sonuç fark etmiyordu, gerçekten daha kaliteliydiler ve tabii ki daha pahalı… İlerleyen senelerde “Type III” olarak bilinen “ferrichrome” kasetler çıkmış. Çıkmış diyorum bu kasetler ortaya çıktığında ben daha doğmamıştım. Kaset döneminin alamet-i farikası ise metal kasetlerdi. “Type IV” olarak bilinen metal kasetler çok pahalıydı ve her kasetçalarda optimal şekilde çalınamıyorlardı.
Boş kasetlerde bir çok farklı süre seçenekleriniz olurdu. En popüler olanlar C46, C60 ve C90 idi. C46 dediğimiz kaset toplam 46 dakika kayıt süresi sunuyordu, bir taraf 23 dakika, diğer taraf yine 23 dakika veya daha doğru tabirle A ve B yüzleri demeliyiz. Ancak zaman içerisinde farklı sürelerdeki kasetlerde ortaya çıkmıştı. Orijinal albümlerde ise albümün uzunluğuna göre kasetler üretilirdi. En popüler olan kasetler 90 dakikalık olanlardı. Kaset çektirmeye gittiğinizde çektireceğiniz albümün uzunluğu listelerde belliydi. Ya kasetçi size bir kaset satardı veya siz kendi kasetinizi götürürdünüz. En pis şey ise ara dakikalardaki albümlerdi. Mesela bir albüm 50 dakika ise C46 standardındaki kasete sığmadığı için C60 kullanılırdı. Tabii siz benim C60 dediğime bakmayın, o dönemlerde bunlara 60’lık der geçerdik. Bu durumda 10 dakikalık bir kayıt süresi boş kalmış oluyordu. Ancak dönemin “iyi” kasetçileri o 10 dakikaya mutlaka bir şeyler kaydederlerdi. Ya kasetini çektirdiğiniz topluluğun başka bir albümünden şarkı, veya benzer bir topluluktan birkaç şarkı. Eğer şanslıysanız listeye bu ekstra şarkıyı not ederlerdi. Aksi olduğunda bazen şarkıyı çok sever ve kimin olduğunu “asla” bulamazdınız. O dönemlerde Shazam, Soundhound gibi yazılımlar olmadığı için danışılacak kişi ya kasetçiniz yada mahallede çok müzik dinleyen bir abi olurdu.
Zaman içerisinde C100 ve C110 gibi uzunluklarda kasetler çıksa da, bir çoğumuzun kullandığı kasetçalarların güçleri daha uzun kasetlerde tık-nefes hale geliyor ve devir saçmalamaya başlıyordu. Hemen herkes bunlardan uzak durmaya çalışırdı.
O dönemlerin bir diğer absürdlüğü seyyar kaset satıcıları idi. Evet karpuz satan amcalar gibi seyyar müzik satan abiler vardı. Bu abilerin tezgahları rengarenk posterler ile dolu olur, ne idüğü belli olmayan müzik sistemlerinde bangır bangır dönemin hit şarkıları çalardı. Bu kasetlerin tabii ki bir çoğu korsan idi, kayıtlar kötüydü ama hangimizde bunları düzgün çalacak bir müzik sistemi vardı ki. Hele benim yaşlarımdaysanız, evde ailenizin nasıl bir müzik seti varsa onu kullanırdınız. Yalnız Allah var, 1980’lerde bile hemen her evde iyi kötü bir müzik sistemi olurdu. Müzik setleri ev eğlencesinin bir parçasıydı. Seyyar kaset tezgahlarında ağırlık Türkçe albümlerdi, özellikle de o dönemlerde popüler olan arabesk fantazi türündeki kasetler. Ama geniş kitleleri ilgilendiren albümler çıktığında, mesela yeni Michael Jackson albümü, bu tezgahlarda o albümleri de bulabilirdiniz. Dönemin Türk filmlerinde de bol bol görürsünüz bu manzaraları…
Ben o yaşlarda sanayi sitesinde babamın yanında çalışmaya gittiğim için seyyar satıcı tezgahında çalan albümler ayrı bir kafadaydı. Bugünün Flash TV’si o dönemlerde bu kasetlerde yaşanıyordu. Hemen bir not, Flash TV, dünyanın sonu gelmiş olsa bile kanalı açtığınızda göbek atan birilerini görebileceğiniz bir televizyon kanalı bildiğiniz üzere. Piyanist şantör denilen bir akım vardı o yıllarda. Bir amca, düğün vesaire gibi ortamda absürd bir klavyenin başında kah damardan duygusal, kah göbek attıran şarkıları acımasızca çalardı. Ve inanın tüm bu organizasyonlarda bir şekilde kayıt yapılıp piyasaya çıkartılıyordu. Aklımda kalanlardan örneğin Arif Susam’ın neredeyse her hafta yeni bir kaseti yayınlanıyordu. Düğünlerde kayıt kesintisiz yapıldığı için hiç tanımadığınız bir geline ne takıldığına kadar ayrıntılı bilgileri edinebilmeniz mümkündü. Kendi adıma o seyyar kasetçiler sayesinde veya onların yüzünden dönemin tüm popüler arabesk-fantazi şarkılarını öğrenmiştim. Bugün bile aklımda olanlar var; mesela “evlerinin önü boyalı direk, yerden yere vurdun sen beni kahpe felek” şarkısı. Bu şarkının sözlerine bakarak balad’vari bir şarkı zannedebilirsiniz ancak insanların göbek attığı oynak bir parçaydı. Bu kültürle seneler sonra askerlik sırasında yeniden karşılaştım ve o dönemlerde de kasetler baş roldeydi. Bunlar başka bir hikayenin konusu…
Kasetler aslında çok uzun zaman hayatlarımızda kaldılar ancak hükümranlıklarını sürdürdükleri dönemlerde farklı alt kültürlerin gelişmesinde de kasetlerin çok önemli etkisi oldu; demo ve EP’ler. Müzisyenler, topluluklar, büyük kaset firmalarının albümlerini basmadıkları dönemlerde kendi kasetlerini doldurarak satmaya başladılar. Hatta fanzin denilen teksir makineleri ile çoğaltılan güzelim ispirto kokulu underground dergilerde ilanlar görürdünüz. Bunları o dönemin mobil ödeme teknolojilerinden birisi olan posta çeki ile satın alabilmek mümkün olurdu. Avrupa özellikle de İngiltere’de punk müziğin yaygınlaşmasında kasetler çok önemli rol oynamıştır. İlerleyen yıllarda Amerika’da ve tabii ki dünyanın dört bir tarafında farklı tarzlarda müzik yapan insanlar arasında kaset çok önemli bir rol oynamıştı. Hatta kendi arşivime baktığım zaman o dönemlerde yayınlanmış bazı albümlerin CD veya dijital formatlarda yayınlanmayıp unutulduğunu görüyorum. Bir şekilde kaset günümüz müzik maceracıları için hala eşsiz bir formattır…
Kaset döneminde o kadar çok korsan baskı olurdu ki, müzisyenler bile kendi albümlerini sayamaz hale gelmişlerdi. Bir dönem her konser, her organizasyon korsan şekilde kasetleştiriliyor, bir şekilde satışa çıkıyordu. Bu hızlı tüketim kendi içinde absürdlüklerin oluşmasını sağlamıştı. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de absürd kaset kapakları o dönemlerde bile ayrı bir merak konusu haline gelmişti. Eminim ki, hepinizin absürd kapağı olduğu için satın aldığınız az veya çok sayıda kasetiniz olmuştur. Ülkemizde yakın dönemlerde bazı sitelerde bu eski kaset kapaklarını tozlu raflardan çıkartılıp dalgası geçilmişti. Ancak hemen her olay gibi bu absürd kaset kapaklarının perde arkasında da gerçek insan hikayeleri vardı. 2000’lerde kaset kapakları ile fenomen haline gelen Resül Balay albüm kapaklarının ardında bir dram vardı örneğin. Döneminin çocuk şarkıcı akımına 11 yaşında dahil olmuş Balay “Nazlı yarim haber salmış” şarkısı ile popüler olmuş ve ilerleyen yıllarda bazı bölgelerde popülerliğini devam ettirmişti. 2011 yılında yoksulluk içinde vefat eden Balay gibi ne hikayeler vardı kimbilir. Tabii ki o dönemlerde bu tarz kasetleri tezgahlarda görünce dalga geçerdik, galiba pek doğru bir iş yapmıyormuşuz :(
Kaset çağındaki bir diğer ilginç nokta ise günümüzde pek denk gelmediğimiz markaların boş kasetlerinin popüler olmasıydı. Müzik mağazalarında raflar dolusu farklı marka, tip ve renkte kaset bulabilirdiniz. Bazı boş kasetler ise kendi efsanelerini yaratmayı başarmıştı. Örneğin BASF. Alman firma dünyanın en büyük kimyasal madde üreticilerinden bir tanesi olunca bazı gelişimlerin direkt içerisinde yer almış ve özellikle “Type II” denilen bizim bildiğimiz adıyla krom kasetlerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştı. Boş kasetleri de çok kaliteli olurdu ve ısrarla aranırdı. Günümüzde pek ortalıkta görmediğimiz TDK, ilerleyen senelerde yalnızca fotoğraf filmlerinden adını hatırladığımız AGFA, bir dönem UD serisi ile efsaneleşmiş Maxell, günümüzde farklı alanlarda gördüğümüz ancak kaset döneminde Türkiye’de nadiren denk geldiğimiz Scotch, dönemin büyük elektronik firmaları Sony, Philips, TEAC gibi aklınıza gelebilecek hemen her markanın kasetleri rengarenk ambalajları ve genelde pahalı fiyat etiketleri ile raflarda bizlere göz kırpardı. Benim gibi o dönemlerde öğrenci olanların hayatı ise Raks marka kasetler ile geçerdi.